Bir Şehri Sevmek; Ankara

Önce, semte adını veren Türkiye Kızılay Derneği’nin tarihi binasını yıktılar. Yerine, belki bir on yıl sonra, o güzelim meydanı küçültecek, acayip bir bina kondurmaya başladılar. İnsan inanmak istemiyor ama iş merkezi olarak kullanılacak olan bu yeni heyulanın, derneğe daha çok gelir getirmesi hesaplanarak, bir gecede boşaltılmış bina. Tarihi bina olarak korunma altına alınmasın diye…


Bu binanın yıkımından bir süre sonra, bir çok semti sakin sakin dolaşarak, tekrar yolcu alacağı Yıldırım Beyazıt Meydanına dönen, troleybüsler kalktı. E tabi, büyük kent, hız gerek.


Kavaklıdere’nin üzüm bağlarını söküp yerine iş merkezi inşa ettiler.



Yenimahalle’nin, Gaziosmanpaşa’nın iki katlı evleri, apartmanlar için yıkıldı tek tek.



Sonra, Güven Park’ın ağaçlarını naklettiler. O ağaçlar, sürgün olmuş memurlar gibi götürüldükleri yerde unutuldular. Metro için nakledildi bu ağaçlar. Bir park, bu nedenle tarumar oldu.


Sonra Ankara Üniversitesi’nin Cebeci’deki Hukuk Fakültesi’nin bahçesini, demir parmaklıklarla çevirdiler. Büyük olasılıkla gerekçe güvenlikti. Yazları; örgüsünü, gazetesini alıp, caddeden geçenleri seyrederek vakit geçiren ev kadınları ve yaşlılar için bir park olan, o güzelim bahçe onlara yasaklandı.

Sonra Tandoğan Meydanı’ndaki o güzelim heykeli kaldırdılar. Barışı, bereketi, ilkbaharı çağrıştıran bir heykeldi Ankaralılar için. Kaldırma gerekçesi, yine metro istasyonuydu. İstasyon yapıldı. Meydan, meydanlıktan çıktı. Bir de o heykelin sığabileceği büyüklükte bir alana, onu değil de kocaman bir sütlükle kocaman bir fincanı, heykel niyetine koydular.

Sonra, üst geçitler sardı her yanı. Meşrutiyet Caddesine, her sokağın başına bir üst geçit yaptılar. Çünkü,toplu taşım araçlarından olan otobüsler artık Atatürk Bulvar’ından değil, bu caddeden geçirilmeye başlanmıştı. Bahane yine trafiğin rahatlamasıydı. Yayalar, müteahhitlerinin, Ankaralı olmadığı umdukları bu üst geçitlerden geçmeyi kabullenmedi bir türlü. Can pahasına yoldan geçer oldular. Üst geçitler de, her gün tüm çirkinlikleriyle kendilerini anımsattılar.


Sonrasında, canım Atatürk Bulvarı’nı boydan boya, dökme demirden kalın zincirlerle ortasından kestiler. Yayalar üst geçitten geçmeliydi. Trafik akmalıydı, akmalıydı, akmalıydı.

Aynı binanın farklı cephelerinde yer alıp, binayı sevmeye neden olan Akün Sineması da Çağdaş Sahne gibi sessiz sitemsiz değişti. Ardından Cinnah Caddesi deşildi. Kuğulu’nun çevresi, E5 modeliyle düzenlendi. Asfalttan bir merkeze dönüştü Yenişehir. Kolejden, Sıhhiye’den Bakanlığa, Kavaklı’ya o güzelim caddeler; üst geçit, alt geçit, köprü gibi yapılarla demir ve betonla sıvandı.



Kitapçıların çoğu kapanırken fark edilmedi bile. Ne zaman ki, yerine ucuz, döküntü, işe yaramaz giyim ve elektronik mallar satan dükkanlar bir de çığırtkanlarıyla açıldı, o zaman anlaşıldı ki köşede bir kitapçı vardı.


Eski, tanınmış, iyi lokantalar vardı. Ve buralarda yılların alışkanlığıyla buluşan, görüşen gruplar. Lokantalar kapandı ya da taşındı, gruplar dağıldı. Ama bir tarz da geçip gitti. Görgülü, hayatı bilen, biraz çelebi insanların ayakları kesildi yavaş yavaş. Bu tarz; bu şehir için bu ülke için hatta hayat için elzemdi. Görgüsünü kaybetti şehrin merkezi.


Bir ara; Kızılay’da, tam ortada, yaya geçidinden geçmemiz engellendi. Konan bariyerlerle yayaların, yaya geçidinden geçmesi metazori önlendi. Gerekçe yine trafik ve trafiğin rahat akabilmesiydi. Burada üstgeçit de yapamadılar. O zaman alt geçit. Metro ve Ankaray’ın ana istasyonundan geçilecek. Vatandaşlar tepki gösterince, meşruiyet arayışına gidildi. Bu konuda seçim sandıkları bile kuruldu. Otobüslerle insanlar taşındı. Şimdi, çoğu insan inanmaz ya da anımsamaz ama parmaklara seçim boyası bile sürülmüştü.

Bir şehir trafik akışına göre düzenlenemez ki.

Dünyanın bir çok yerinde, seçilmiş veya atanmış kamu görevlilerinin, sorumluluk alanlarındaki işleri yaparken; yaşlı, engelli, çocuk, hasta, hamile vb. gibi özel ihtiyaç grupları ile sanat, kültür gibi alanlarda, yaşama anlam ve değer katan etkinlik gruplarını gözettiği varsayılmak durumundadır. Yani bu makamlar hizmet üretirken, özellikle bu grupların haklarını, olanaklarını öncelemek ve savunmak zorundadırlar. Bu sorumluluklarını başkalarına devredemezler. Yani bu konularda bir seçime veya ankete gidilemez. Halk böyle istiyor denemez.

O günlerde Ankaralıların mecbur edildiği, Kızılay’da metro istasyonuna inerek karşıdan karşıya geçme yöntemi; metroyu kullanamayan yaşlılar, uzak semtlerden, belki ayda bir merkeze inenler, hastalar, özellikle engelliler ve engelli aileleri için bir kabusa dönüştü. Ankaralıların hepsinin; sağlıklı, orta yaşlı veya genç, yönünü hemen bulabilen, metroya alışkın, yer altından geçmeye korkmayan, panik yapmayan, panik atak olmayan insanlar olduğuna ilişkin bir araştırma mı vardı ellerinde?

Bir şehir,tüm insanlarına, her köşesiyle kucak açtığı zaman sevilir, benimsenir,güzelleşir. Ona yabancılaştırılarak değil. Toplu taşım da önemli, trafik de, güvenlik de, hız da. Ama bir o kadar estetik , yayaların korunması ve arabalılar kadar, rahatlarının düşünülmesi, tarihi dokunun insan ruhunda yarattığı sükunet ve tabi ki özel ihtiyaç grupları.

Göz göre göre yıkıldı Yeni Sahne’miz

Bir gün torunlarımız bize soracak; Başta hizmet vermekle yükümlü olanların bilmesi gereken, insan hakları, yaya hakları, kentli yurttaş hakları neden bilinmedi ve uygulanmadı.

On dokuzuncu yüzyılda değil ikinci bin yılın başı gibi bir tarihte, bir şehrin merkezi insanı, sanatı, sanatçıyı, yayayı, çocukları, ev hayvanlarını böylesine dışlayabilir mi? Diye soracaklar.

Dudak uçuklatacak sayıda dershanenin, şehrin bu bölümünde yer almasının eğitime nasıl bir kalite ya da aile bütçesine ne kadar bir ağırlık getirdiğini de soracaklar belki ama, en çok konuyla ilgisi açısından trafiğin akışına nasıl bir kolaylık ya da zorluk kattığını merak edecekler.

Ben de şimdiden kendimize soruyorum.

Bir şehir meydanlarını; arabalara ve iş merkezlerine göre düzenleyebilir mi? En güzel en anlamlı alanlarını asfalta ve şekilsiz büyük binalara gark edebilir mi? İnsanı ötekileştirip trafik akışını gözetebilir mi?

Arabası olmayanları, arabasını kent merkezine sokmayacak kadar duyarlı olanları, otobüse binenleri böyle bunaltabilir mi?

Aksine.

Bir şehrin kalbi; üç tekerlekli bisikletleri, balonları, oyuncak bebekleri ve aileleri ile çocukları, beyaz bastonları, tekerlekli sandalyeleri, protezleri ile engellileri, bastonları ve anıları ile yaşlıları, kitapları, müzik çalarları, gitarları, şarkıları ve arkadaşlarıyla gençleri, özgürlük ve güvenlikleriyle kadınları, herhangi özel bir organizasyona gerek duymadan meydanlarında ve parklarında toplayabildiği zaman mutlu mutlu atar.

Yoksa bir şehir ne işe yarar?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder