SEVGİLİ ÖĞRETMENİM
Bu günlerde sık sık bir hayale kayıyor aklım ve kalbim. Çocuklar bir şekilde medyaya konu oldu mu sürüklenip gidiyorum bu hayalin peşinden.
Bir de adı var bu hayalin; "Sevgili Öğretmenim"
Cengiz Aytmatov'un Çok güzel bir romanının ismidir; "Sevgili Öğretmenim"
Okuyan hiç kimsenin aklından çıkaramayacağı Duyşen Öğretmen'in öyküsüdür.
"Öğretmen Akademisi Vakfı" bu hayalime öyle uygun ki anlatamam.
Bir kez yaklaşımları; kapsayıcı, değer bilir, saygın, özgürlükçü, içten ve güçlü.
İkincisi, Milli Eğitimle birlikte yürümek gibi bir ciddi yaklaşımları var.
Üçüncüsü, inandıklarında tüm güçleriyle asılabilecekleri gibi bir inancım var.
Hayalimi YİBO'lardan başlatıyorum. Yatılı İlköğretim Bölge Okulu. Eskinin deyişiyle Parasız Yatılı-Leyli Meccani
Buradaki ufak bir destekle koşacak, coşacak, bire bin verecek öğretmen ve öğrenciler.
Sessiz sitemsiz çalışan kahraman öğretmenler ve öğrenciler.
Ülke çapında yedi bölgede yer alan altı yüze yakın YİBO.
YİBO'ların yetenekli, akıllı, cesur çocukları.
Bulundukları bölgelerin, belki ülkemizin gelişiminde büyük rol oynayacak çocukları
Hedef;
Öğretmenleri destekleyerek, eğitimde çocukların potansiyellerini kullanabilecekleri ortam ve olanak yaratılmasında aktifleştirmek.
Çocukların; mutlu, özgür ve üretken ortamlarda eğitim almalarında öğretmen rolünü artırmak.
YİBO'lardan; sağlanan olanak, beceri ve umutla nelerin başarıldığına ilişkin örnekler üreterek ülke çapında yaygınlaşmalarını sağlamak.
Bütün başarılı okullarda olduğu gibi; müfredat programı kadar çocukların okul yoluyla sosyalleştirilmelerinde öğretmenlerin etkili aktörler olarak desteklenmesini sağlamak.
Çocukların şimdi kendilerini gösterebilecekleri ilerde para kazanabilecekleri, sürdürülebilir beceriler edinmesi bu becerilerin eğitimin konusu içinde yer alması.
Örneğin; satranç takımı, fotoğrafcılık, futbol takımı, basketbol takımı, masa tenisi takımı, özellikle yöresel enstrüman, yöresel el işleri, ağaç dikimi, nine ve dedelerden masal, mani, yemek tarifi, efsane derlenmesi, bando takımı gibi etkinlikler, yaşıtları için açılmış tüm ulusal ve uluslararası yarışmalar için yüreklendirilmeleri, hazırlanmaları ve katılımları, tüm derslerin yarışmalara dönüştürülmesi.
Hedef Kitle;
Her ilden merkezi sistemi temsilen bir üst düzey yönetici. Vali muavini veya Kaymakam.
Her YİBO'lardan birer idareci.
Her YİBO'dan gönüllü öğretmenler arasından kura ile seçilmiş ikisi kadın üç öğretmen.
Öğrenciler öğrenciler öğrenciler....
Süre;
Üç yıl
Birinci yıl: eğitim, oluşturma, uygulama, sergileme
İkinci yıl: uygulamaları izleme, ölçme, değerlendirme
Üçüncü yıl: yaygınlaştırma.
Uygulama Planı;
1. Bir Danışma kurulu oluşturmak.
koordinasyonu sağlamak
bir yürütme ekibi oluşturmak.
2. Toplantılar yapmak.
(Her ilden bir üst yönetici, her YİBO'dan bir idareci, üç öğretmen)
İl, bölge, etkinlik, program gibi bölümlere ayırarak gruplar halinde
Hafta sonu-Yılda iki ya da üç kez
Birinci toplantı;Hayalin anlatılması. Daha önce gönderilmiş olan proje metni üzerinden görüş ve değerlendirilmelerin alınması.
Uygulamaya ve sürece ilişkin görüşlerin alınması.
İkinci toplantı-eğitimden sonra gerçekleştirilir
Öğrencilerin ve etkinliklerin, bütçelerin tesbiti
Etkinlik materyallerinin çalışma koşullarının hazırlanması ve tamamlanması.
Üçüncü toplantı:
Uygulama örneklerinin sunumu
Ortaklaşan sıkıntılar varsa değerlendirme
Sonucu görülebilen etkinlik ve çalışmaların birlikte değerlendirilmesi
Dördüncü toplantı
Değerlendirme toplantıları ve yaygınlaşabilecek uygulamaların değerlendirilmesi
Çeşitli ölçütlerin belirlenmesi-yaygınlaştırmada
Diğer toplantılar....
3.Eğitimler yapmak
(Her ilden bir üst yönetici, her YİBO'dan bir idareci, üç öğretmen)
İl, bölge, etkinlik, program gibi bölümlere ayırarak gruplar halinde
Hafta sonu
Başlangıçta bir kez yapılır
Bu işlere yönelik yetenekli çocukların tesbitinin nasıl yapılması gerektiği?
Sürece; işlerinin en iyisi olan insanların katılmasının nasıl sağlanacağı?
Faaliyetlere ne tür desteklerin sağlanabileceği?
Ailelerin ve çevrenin desteğinin nasıl alınacağı?
Proje koordinasyonunun il bölge ve ülke düzeyinde nasıl sağlanacağı?
Faaliyet değerlendirmelerinin nasıl ve hangi zamanlarda olacağı?
Başarı kıstasları ve başarı ödüllerinin ne olacağı?
4. Kurul'un ve proje ekibinin sık sık YİBO'ları ziyareti.
gibi gibi gibi...
Bu hayale bir son lazım ki; üç-beş yıl sonra Anadolu'nun her yerinden öğretmenlerin, çocukların başarı öyküleri geliyor.
Artık çocukların başarı hikayeleri, şiddet hikayelerinden daha çok yer alıyor medyada. Ama başka nedenle değil,gerçekten öyle olduğu için.
Yıllar içinde bir kartopu gibi büyüyor mutlulukları.
Çocuklar mutlu biz mutlu.
Gökten de bir kaç elma düşsün artık...)
Lütfen izinsiz kullanmayınız...
26 Mayıs 2010 Çarşamba
25 Mayıs 2010 Salı
YEMEK YEMEK
Hepimizin kendimize göre sevdiği ve sevmediği yiyecekler var.
Ve sanırım herkes sevdiği yiyeceği yediğinde, mutlu bir doygunluk
yaşar. Diğer durumda ise, ne kadar yerseniz yiyin bir doygunluk hissi
yakalayamıyorsunuz. Hatta bir rahatsızlık duygusundan bile söz edilebilir.
Bazılarımızın, belki en önemli mutluluk yollarından biri yemek
yemek
Bazılarımız çok fazla yemek yiyor.
Özellikle geliri ortalamanın biraz üzerinde olan az sayıda kadın
ve çok sayıda erkek.
Bu erkeklerin bazıları da orta ve üstü yaşlarda.
Kebap düşkünü, et düşkünü, börek, balık düşkünü.
Salatayla, meyveyle, tencere yemekleri ve zeytinyağlılarla pek
araları yok.
Klasik yemek yemek istediklerinde, illaki "annelerinin
yemeği"
Bir yandan da sağlıklı olma istekleri var ama sadece istek olarak
kalabilen düzeyde.
Yok öğlenleri bir kaç saat süren iş yemekleri yok akşam
buluşmaları, kaçamakları, kulisleri, yeni ortaklık görüşmeleri vb. vb
Neler yediklerinin farkında olmadan, tadını alamadan, ne kadar
zamanlarını yemek masası başında kaybettiklerini bilmeden habire yiyen
insanlar.
Belli bir seviyenin üzerindeki çalışanlar ve işverenler; iş
yerinde çıkan yemeği yemez oldu artık.
İş yerinde pişen yemekler de iş yerinde yapılan görüşme ve
toplantılar da küçümsenir oldu.
Sağlıksızlık ve mutsuzluk da bundan sonra başladı.
O kadar çeşit masalara dizildi ve ucundan tırtıklandı ki, ne
yediğinin lezzetini alabiliyor insanlar ne de doyduğunun farkında olabiliyor.
Bu kadar yemek doğru değil.
Daha az yemeliyiz;
Bir öğünde en çok üç çeşit,
o öğün için hazırlanmış, pişmiş taze yiyecekleri,
fazla işlenmemiş yiyecekleri,
tadınıalabildiğimiz yiyecekleri
yemek yediğimizin farkında olarak -damak, mide ve ruh olarak
farkındalılık- ve doyduğumuz için mutlu olarak yemeliyiz.
Daha az yemeliyiz;
Midemiz ve sağlığımız için,
diğer insanlar da yiyebilsin diye,
dünya dengesi korunsun ve sonsuza kadar evimiz olsun diye daha az
yemeliyiz.
Suşi endüstrisi için soyları tükenme tehlikesine düşen
orkinosları, bir lokantanın bahçesinde balık bekleyen yukarıdaki fotoğraftaki
kediciği unutmamalıyız
Anne yemeklerini, eş sevgili yemeklerini, kendi pişirdiğimiz
yemekleri, iş yeri yemeklerini yemeklerini yemeliyiz.
İnanın az yediğimiz ve sevdiğimiz yemekleri yediğimiz için çok
daha mutlu olacağız
24 Mayıs 2010 Pazartesi
HANIMELİ VE İĞDE KOKULARI ARASINDA
Haziran ayı geldi.
Yaz aylarının keyfini çıkarmak lazım.
Hele iğde kokulu akşamların, hanımelleri kokulu sabahların.
Yıldızlı gecelerin.
Renk ahenk dolu akşamüstülerin.
İyi demlenmiş bir çayın.
Bir bardakcık soğuk içeceğin.
Efil efil giyinmenin,
Püfür püfür esen rüzgarın,
Balkon keyfi yapan komşuların muhabbetlerinin
Çocukların parklardan gelen kahkaha seslerinin,
Kuşların neşelerinin keyfini yaşamak lazım.
Biraz çalışmanın biraz eğlenmenin keyfini yaşamak lazım.
Bir sorumuz var, bir yarışma. haziran ayı sorusu bu;
"Gırmıtik" nedir?
23 Mayıs 2010 Pazar
KARDEŞLİK SOFRALARI
Bizim yemeklerimiz neden bu kadar lezzetlidir?
Anlatırken, tanımlarken, tarif ederken
bile ağzımız sulanır, canımız çeker.
Bir de; o yemek bizim şu yemek de bizim
diye kavgaya tutuşuruz. Kiminle yaparız bu kavgayı? En çok Rumlarla,
Ermenilerle biraz Arap biraz Arnavutlarla. Kimdir bunlar? uzun yıllar birlikte
yaşadığımız, bugün çok az olsa da birlikte uzun yıllar yaşamayı arzuladığım
kardeşlerimiz.
Analı kızlı Malatya'nın mıdır? Antep'in
mi?
Hellim Peyniri kimindir?
Lokum?
Kurut?
Zeytinyağlı sarma (yalancı dolma) ?
Fasulye pilaki?
Çiğ köfte?
Baklava?
Kaburga Dolması?
Bu yemeklere lezzetini, tadını veren
kardeş sofralarıydı. Farklılıkların getirdiği zenginlikti.
Birbirinden hergün hergün bir şey
öğrenmeydi.
Farklılık olmadan var olmayı bilmeme gibi
güzel bir duyguydu.
Hep böyle çeşitli ve zengin yaşanacağına
dair güven duygusuydu.
Başka bir yaşamı bilmemek, akla
getirememek, hayal bile edememekti
Gittiler, gönderildiler, geldiler,
getirildiler
Gidenlerle önce bağımızın tarlamızın
bereketi gitti
Dikkat şimdi sofralarımızın tadı ,
lezzeti, neşesi ve bereketi gidiyor.
22 Mayıs 2010 Cumartesi
KENDİMİZE YARDIM
Çok farklı bir alandan bir örnekle başlayalım işe; bazı ürünler
vardır. Sezonda, pahalı pahalı birinci kalitesini alırız da, ucuzlukta aynı
ürünün aynı görüntüde; ikinci, üçüncü kalitesini makul fiyatlara bulabiliriz.
Burada konumuz; adamların bize attığı
kazık değildir. Bazı ürünlerin ikinci, üçüncü kalite olarak da üretilmesidir.
Biz de bazen, kendimizin ikinci, üçüncü
kalitesi gibi davranır, algılanır, hissederiz.
Hayatı; tam derimizin altında değil de iki
ya da üç santim gerisinden hisseder, algılar ve yaşarız.
Bir uyuşukluk hali vardır üzerimizde.
Bir donukluk.
Bir kendimiz gibi olamama hali.
Kimsenin bizi tanıyamaması, anlayamaması.
Özellikle çok yakınımızdakilerin tanıyamamasının ise en çok canımızı yakan şey
olması.
Tüm donukluğa karşın, bu acının çok keskin
yaşanması.
Donukluğun, uyuşukluğun altında bir hüzün
nehrinin derin derin akması.
İşte burada duralım biraz.
Kendi içimizde kaybolmuşuz demektir.
Dikkat.
Kendimizin taklidi ya da ikinci kalitesi
gibi davranıyorsak anlayalım.
Donukluğun, uyuşukluğun acıyı
engellemediğini görelim.
Acıyı büyüttüğünü ve tüm hayatımız haline
getirdiğinin farkına varalım.
Neşemizin, çoşkumuzun nereye gittiğini
soralım.
Bununla yüzleşmek zor mu oluyor?
Gerekiyorsa profesyonel yardım alalım.
Profesyonel yardım, bazen bir hayatı bize
geri verir, hediye eder. Bunu unutmayalım.
Gerekmiyorsa eğer - ki bunu çoğunlukla
anlayabiliriz gibi geliyor.- şu aşağıda önerdiklerime bir bakalım.
1.Derimizi hissetmeye çalışalım. Özellikle
el ve ayakta. Spor, egzersiz gibi şeylerin yanısıra, el ve ayak derimizin hemen
altında olduğumuzu algılayabileceğimiz hareketler uyduralım. Elleri sıkıp
açmak, elleri birbirine güçlü bir biçimde sürtmek iyi geliyor.
2. Kendimizi derimize doğru itmek,
derimize yakınlaştırmak gerekiyor. Bunun bir zihinsel çalışma olduğunu
unutmadan. Yani bu işi fiziksel değil zihinsel yapmak gerekiyor.
Önce olumlu şeylerden başlamak gerekiyor.
Sizi bir parça neşelendiren, huzur veren, güven veren, olumlu bulduğunuz
noktalarda ruhunuzu öne, derinize doğru itmek ve zımbalamak gerekiyor.
Sizi içinizde kaybettiren, acı veren,
yolunu şaşırtan, donuklaştıran konularda ise - eğer gerekiyorsa ki, günü
gelecek gerekecek- sadece simgesel davranarak öne atılmak gerekiyor
YENİ BİR DÜŞ
Ne oldu? Bunaldık
Ne oldu? Hastalandık
Ne oldu? Yaşlandık ya da yaşımız kaç olursa olsun kendimizi yaşlı
hissetmeye başladık
BİR DÜŞ KURMANIN VAKTİDİR
Ne oldu? Terk ettik ya da terk edildik ve çok mutsusuz
Ne oldu? Emekli olduk
Ne oldu? Hayattan uzaklaştık
Ne oldu?Artık üretemediğimizi fark ettik
Ne oldu? Aldatıldık
İŞTE ŞİMDİ, YENİ BİR DÜŞ KURMANIN VAKTİDİR.
Kendimize, sadece kendimize yönelik olmalı bu düş. Kişisel
mutluluğumuzu hedeflemeliyiz. Ömrümüzde bir kez olsun, bilinçli bir seçimle
bizi sevinçten havalara sıçratacak bir düşümüzü bulmalı ve onun ardına
düşmeliyiz.
Heyecanlanmalı, yerimizde duramamalıyız.
Hep içimizde bir yerlerde saklı duran bir arzumuzu, içimizi kanata
kanata bile olsa BULUP ORTAYA ÇIKARMALI VE kışkırtmalıyız.
Bir kez olsun, bir kezcik olsun beyaz atlarımıza binip bir
serüvenin ardına dört nala düşmeliyiz. Merak etmeyelim geri döneriz. Belki
biraz yorulur, biraz düş kırıklığı yaşar ama geri döneriz. Dönmüyorsak yeni düş
yeni yaşamımız demektir.
Ama dönsek de dönmesek de artık ne hastalığımız kalmıştır ne
bunalım ne yaşlılık ne kalp kırıklığı
YENİ BİR DÜŞÜN PEŞİNE GİTMEK LAZIM
21 Mayıs 2010 Cuma
BİR ŞEY YAPMALI
1.Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı-
ÇEKÜL-Özellikle çocuklarla oluşturulan çalışmalar çok keyifli. Ve daha katkıda
bulunulacak nice alan tanımlamışlar...
Çocuklar, Yaşlılar, Engellilerle birlikte
olma, onlarla etkileşim içinde olma, hem öğrenme hem öğretme şansı. Gönüllü
çalışma için gereken vasıfları tanımlayan yönetmelik.
3. Başlıbaşına bir gönüllük süreci
3. Ekolojik Yaşam Kapısı- BUĞDAY -
Yaşamını sürdürürken diğer yaşamlarla uyum
içerisinde ve ekolojik bütüne saygılı bireyler ve bu bireylerden oluşan bir
toplum hayaliyle...
4. İl Özel İdareleri ve Belediye
Hizmetleri Gönüllülük Yönetmeliği
5. Anne Çocuk Eğitim Vakfı - AÇEV - Okul
öncesi çocukların eğitim durumlarına ilişkin koşulların düzeltilmesi
doğrultusunda çalışmalara başlayan bir vakıf. İşlevsel Yetişkin Okuryazarlığı
ve Kadın Destek Programı gönüllü eğitimciler tarafından yürütülmekte; http://www.acev.org/content.php?id=30&lang=tr
6. KIZILAY_Afet dönemlerine gönüllü
çalışma yapmak isteyenler için; http://subeyonetimi.kizilay.org.tr/onbasvuru.aspx
7. Darülaceze'de bizi bekleyen birileri
vardır belki; http://www.darulaceze.gov.tr/bpi.asp?caid=225&cid=127
8. Biz bir gidelim onlar bin çiçek açsın http://www.zicev.org.tr/bagislar:gonullu
9. Deniz Kaplumbağalarının da bize
gereksinimi var; http://www.ekad.org/gonullu.htm
10 Aradıkları becerilere sahipsek çok da hoş olabilir- Antalya Kent Müzesi http://www.antalyakentmuzesi.org.tr/index.php?Itemid=124&option=com_facileforms
11. Birleşmiş Milletler'de gönüllü
çalışmak için; http://www.un.org.tr/index.php?ID=104&LNG=1
12. Toplum Gönüllüleri Vakfı'nda Gönüllü
Çalışma Yönetmeliği
13. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı; Adım
Adım Gönüllülük
14. Çevre katliamina HAYIR! HAYIR! HAYIR!
diyorsanız
15. Türk Böbrek Vakfı Sosyal Komitelerinde
Çalışmak için
16. Kendi sözleriyle; "Herkesin
yaşamda bir yolculuğu olduğunu düşünerek herkesin bir yolu, kendini
gerçekleştirdiği bir “Patika”sı vardır. Bu patikalar zaman zaman başka
insanların patikalarıyla birleşirler ve beraber yolculuk edilir. "
KENDİMİZ İÇİN HAYAT DERSLERİ ÜÇBİNYİRMİALTI
Herhangi bir konuda yaşadıklarımızı nasıl
algılayıp isimlendirdiğimiz çok önemli.
Hayatı nasıl yaşadığımızla ilgili bir şey.
Bize sıkıntı veren herşeyi sorun olarak
algılıyoruz.
Hayallerimize ulaşmakta engel olan her
şey, içimizi sıkan her şey, başaramadığımız her şey bizim için sorun.
Ve bu sorun çözülünceye kadar
hayatımızdaki diğer konuları hep tali yaşıyoruz. Yani ikincil önemde.
Oysa belki de hayatımızın ilerleyişi bu
alanlarda.
Belki bu alanlarda hayatı çok ıskalıyoruz.
Hayatın bir kısmını öncelikli bir kısmını
önemsiz olarak niteleyip yaşadığımızda ise gerçeği, gerçekliği yitiriyoruz.
Artık tam algılanmayan, yüzer gezer bir
düzlem içinde olup bitiyor hayatımızdaki olaylar ve yaşantılar.
Oysa herhangi bir konuda
engellendiğimizde, başaramadığımızda, elde edemediğimizde, durağanlıkta ya da
teleşta bunun bir sorun değil bir durum olduğunu düşünsek. Hayat biraz da
durumlar ve anlar toplamı değil midir? Durum hayatın diğer konu, alan ve
yaşantılarını olduğundan daha önemli ya da daha önemsiz kılmıyor. Diğer
durumlar gibi bir durum. Biraz ya da çok cansıkıcı ama bir durum. Hayatın diğer
alanlarındaki eğlenceyi, coşkuyu, anlamı kaybettirmeyen, önemsizleştirmeyen bir
durum. Gececek bir durum. Ya da geçmeyecek. Konuya, olana ya da bize bağlı bir
şey. Ama hayatın peşini bıraktırmayacak, duyguları kütleştirmeyecek, gerçekliği
kaybettirmeyecek bir hal.
Gençlere bir de böyle bakmalarını öneririm.
Özellikle sınavlarda.
Aşklarda ve ayrılıklarda.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)