1 Temmuz 2010 Perşembe

BİSİKLET HEPİMİZ İÇİN. HEPİMİZ. HEPİMİZ........

Yine bir hayalim var;

Bisiklet ne güzel bir mekanik araçtır.
Kırda kullanırsın. Kentte kullanırsın.
Oyunda, sporda, ulaşımda, taşımada kullanırsın.
Hatta fıkrada olduğu gibi; her gün sınırdan kum torbası koyulmuş bisikletle geçip, bir türlü bir şey yakalatmayıp tehlike geçince bisiklet kaçırdığını itiraf ederek çıldırttığın Nazi'lere iyi bir gol atmış olursun.

İnsana ne kadar yakın bir araçtır bisiklet. Öyle nefes nefese koşturmaz. Sakin, dingin, neşeli bir yol arkadaşıdır sanki.
İnsanı numara yapmaya, hava atmaya, eksikliklerini gizlemek için çığlık çığlığa "Ben burdayım.ben burdayım. Beni görün, beni sevin, beni sayın" demeye zorlamaz.
Sadedir, rahattır, oyunbazdır.

Aynı zamanda İda/Kazdağı İmece Evi'nde olduğu gibi; ağacı, ormanı, doğal yaşamı Büyük bir ciddiyetle yok edenlere inat eğlenerek elektrik üretmenin de aracıdır bisiklet.

Kentlerimizin "kentsel dönüşüm" adı altında yağmalanmasının getirdiği sınırlılık, yoksulluk nedeniyle çocuk ve gençlerin bisiklete ulaşmasının zorluğu,sokakta bisiklete binecek çocuklar için kent güvenliğinin yeterli olmaması bir yana, bu yazının temel konusu engelli çocuk, genç, birey ve yaşlılarımız.

Sokaktaki yaşama tam, eksiksiz katılmaları için anlamlı bir çalışma yapan bir belediye başkanı görmedim son zamanlarda.

Hadi onu da geçelim.
Biz bir şey yapalım.

Önce bisiklet fabrikalarına düşüyor iş.

Benim bu konuda bir fikrim var. Özellikle yürüme engelliler için. Bisiklet olarak kullanılması kadar evde de kullanılabilecek ve şu andaki tekerlekli sandalyelerin hareket kısıtlılığına da belki bir çözüm olabilecek.

Çok da iddialı olmamalı.
Bu sadece küçük bir öneri. Çözüm arama çabalarından çıkmış bir hayal, bir ümit
Pedalları ayak için değil de, yukarıda, el için olmalı ve ona uygun tasarlamalı.
Ve tabii ki tekerlekleri sandalyenin altına saklamalı.
Aklımda bir çizim var buraya ekleyemiyorum. Ama özel tasarım yapan biriklet firmaları bu dediğimi anlayavaklardır.
Bir de pedalların ve bağlantıların kullanılmadığında gizlenebilme özelliği.
Hatta bu yeni aracın yardım almadan klozete uyumlanma becerisi.
Ev içinde de ev dışında da aynı rahatlık ve hafiflik ve pratiklikle kullanılabilmeli.
Bu bisikletin adının.......... olması

Düşünelim ki bu bisikletle engelli çocuklar, gençler, bireyler, yaşlılar "Leman Bisiklet Kulübü" nün gezilerine katılabiliyor.
Görme ve duyma engelliler için bir dayanışmacı kardeş bisikletçi tanınıyor.

Ah! ne güzel olacak bu geziler: ne güzel.

SONRADAN GÖRDÜM DÜNYADA EPEYDİR KULLANILIYORMUŞ AMA HAYALİMDEKİ KADAR PRATİK DEĞİL

26 Mayıs 2010 Çarşamba

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM

SEVGİLİ ÖĞRETMENİM

Bu günlerde sık sık bir hayale kayıyor aklım ve kalbim. Çocuklar bir şekilde medyaya konu oldu mu sürüklenip gidiyorum bu hayalin peşinden.
Bir de adı var bu hayalin; "Sevgili Öğretmenim"
Cengiz Aytmatov'un Çok güzel bir romanının ismidir; "Sevgili Öğretmenim"
Okuyan hiç kimsenin aklından çıkaramayacağı Duyşen Öğretmen'in öyküsüdür.

"Öğretmen Akademisi Vakfı" bu hayalime öyle uygun ki anlatamam.
Bir kez yaklaşımları; kapsayıcı, değer bilir, saygın, özgürlükçü, içten ve güçlü.
İkincisi, Milli Eğitimle birlikte yürümek gibi bir ciddi yaklaşımları var.
Üçüncüsü, inandıklarında tüm güçleriyle asılabilecekleri gibi bir inancım var.


Hayalimi YİBO'lardan başlatıyorum. Yatılı İlköğretim Bölge Okulu. Eskinin deyişiyle Parasız Yatılı-Leyli Meccani
Buradaki ufak bir destekle koşacak, coşacak, bire bin verecek öğretmen ve öğrenciler.
Sessiz sitemsiz çalışan kahraman öğretmenler ve öğrenciler.
Ülke çapında yedi bölgede yer alan altı yüze yakın YİBO.
YİBO'ların yetenekli, akıllı, cesur çocukları.
Bulundukları bölgelerin, belki ülkemizin gelişiminde büyük rol oynayacak çocukları

Hedef;
Öğretmenleri destekleyerek, eğitimde çocukların potansiyellerini kullanabilecekleri ortam ve olanak yaratılmasında aktifleştirmek.
Çocukların; mutlu, özgür ve üretken ortamlarda eğitim almalarında öğretmen rolünü artırmak.
YİBO'lardan; sağlanan olanak, beceri ve umutla nelerin başarıldığına ilişkin örnekler üreterek ülke çapında yaygınlaşmalarını sağlamak.

Bütün başarılı okullarda olduğu gibi; müfredat programı kadar çocukların okul yoluyla sosyalleştirilmelerinde öğretmenlerin etkili aktörler olarak desteklenmesini sağlamak.
Çocukların şimdi kendilerini gösterebilecekleri ilerde para kazanabilecekleri, sürdürülebilir beceriler edinmesi bu becerilerin eğitimin konusu içinde yer alması.
Örneğin; satranç takımı, fotoğrafcılık, futbol takımı, basketbol takımı, masa tenisi takımı, özellikle yöresel enstrüman, yöresel el işleri, ağaç dikimi, nine ve dedelerden masal, mani, yemek tarifi, efsane derlenmesi, bando takımı gibi etkinlikler, yaşıtları için açılmış tüm ulusal ve uluslararası yarışmalar için yüreklendirilmeleri, hazırlanmaları ve katılımları, tüm derslerin yarışmalara dönüştürülmesi.

Hedef Kitle;
Her ilden merkezi sistemi temsilen bir üst düzey yönetici. Vali muavini veya Kaymakam.
Her YİBO'lardan birer idareci.
Her YİBO'dan gönüllü öğretmenler arasından kura ile seçilmiş ikisi kadın üç öğretmen.
Öğrenciler öğrenciler öğrenciler....


Süre;
Üç yıl
Birinci yıl: eğitim, oluşturma, uygulama, sergileme
İkinci yıl: uygulamaları izleme, ölçme, değerlendirme
Üçüncü yıl: yaygınlaştırma.

Uygulama Planı;
1. Bir Danışma kurulu oluşturmak.
koordinasyonu sağlamak
bir yürütme ekibi oluşturmak.


2. Toplantılar yapmak.
(Her ilden bir üst yönetici, her YİBO'dan bir idareci, üç öğretmen)
İl, bölge, etkinlik, program gibi bölümlere ayırarak gruplar halinde
Hafta sonu-Yılda iki ya da üç kez

Birinci toplantı;Hayalin anlatılması. Daha önce gönderilmiş olan proje metni üzerinden görüş ve değerlendirilmelerin alınması.
Uygulamaya ve sürece ilişkin görüşlerin alınması.

İkinci toplantı-eğitimden sonra gerçekleştirilir
Öğrencilerin ve etkinliklerin, bütçelerin tesbiti
Etkinlik materyallerinin çalışma koşullarının hazırlanması ve tamamlanması.

Üçüncü toplantı:
Uygulama örneklerinin sunumu
Ortaklaşan sıkıntılar varsa değerlendirme
Sonucu görülebilen etkinlik ve çalışmaların birlikte değerlendirilmesi

Dördüncü toplantı
Değerlendirme toplantıları ve yaygınlaşabilecek uygulamaların değerlendirilmesi
Çeşitli ölçütlerin belirlenmesi-yaygınlaştırmada

Diğer toplantılar....


3.Eğitimler yapmak
(Her ilden bir üst yönetici, her YİBO'dan bir idareci, üç öğretmen)
İl, bölge, etkinlik, program gibi bölümlere ayırarak gruplar halinde
Hafta sonu
Başlangıçta bir kez yapılır


Bu işlere yönelik yetenekli çocukların tesbitinin nasıl yapılması gerektiği?
Sürece; işlerinin en iyisi olan insanların katılmasının nasıl sağlanacağı?
Faaliyetlere ne tür desteklerin sağlanabileceği?
Ailelerin ve çevrenin desteğinin nasıl alınacağı?
Proje koordinasyonunun il bölge ve ülke düzeyinde nasıl sağlanacağı?
Faaliyet değerlendirmelerinin nasıl ve hangi zamanlarda olacağı?
Başarı kıstasları ve başarı ödüllerinin ne olacağı?

4. Kurul'un ve proje ekibinin sık sık YİBO'ları ziyareti.
gibi gibi gibi...

Bu hayale bir son lazım ki; üç-beş yıl sonra Anadolu'nun her yerinden öğretmenlerin, çocukların başarı öyküleri geliyor.
Artık çocukların başarı hikayeleri, şiddet hikayelerinden daha çok yer alıyor medyada. Ama başka nedenle değil,gerçekten öyle olduğu için.
Yıllar içinde bir kartopu gibi büyüyor mutlulukları.
Çocuklar mutlu biz mutlu.
Gökten de bir kaç elma düşsün artık...)


Lütfen izinsiz kullanmayınız...

25 Mayıs 2010 Salı

YEMEK YEMEK


Hepimizin kendimize göre sevdiği ve sevmediği yiyecekler var.
Ve sanırım herkes sevdiği yiyeceği yediğinde, mutlu bir doygunluk yaşar. Diğer durumda ise, ne kadar yerseniz yiyin bir doygunluk hissi yakalayamıyorsunuz. Hatta bir rahatsızlık duygusundan bile söz edilebilir.
Bazılarımızın, belki en önemli mutluluk yollarından biri yemek yemek
Bazılarımız çok fazla yemek yiyor.
Özellikle geliri ortalamanın biraz üzerinde olan az sayıda kadın ve çok sayıda erkek.
Bu erkeklerin bazıları da orta ve üstü yaşlarda.
Kebap düşkünü, et düşkünü, börek, balık düşkünü.
Salatayla, meyveyle, tencere yemekleri ve zeytinyağlılarla pek araları yok.
Klasik yemek yemek istediklerinde, illaki "annelerinin yemeği"
Bir yandan da sağlıklı olma istekleri var ama sadece istek olarak kalabilen düzeyde.
Yok öğlenleri bir kaç saat süren iş yemekleri yok akşam buluşmaları, kaçamakları, kulisleri, yeni ortaklık görüşmeleri vb. vb
Neler yediklerinin farkında olmadan, tadını alamadan, ne kadar zamanlarını yemek masası başında kaybettiklerini bilmeden habire yiyen insanlar.
Belli bir seviyenin üzerindeki çalışanlar ve işverenler; iş yerinde çıkan yemeği yemez oldu artık.
İş yerinde pişen yemekler de iş yerinde yapılan görüşme ve toplantılar da küçümsenir oldu.
Sağlıksızlık ve mutsuzluk da bundan sonra başladı.
O kadar çeşit masalara dizildi ve ucundan tırtıklandı ki, ne yediğinin lezzetini alabiliyor insanlar ne de doyduğunun farkında olabiliyor.
Bu kadar yemek doğru değil.
Daha az yemeliyiz;
Bir öğünde en çok üç çeşit,
o öğün için hazırlanmış, pişmiş taze yiyecekleri,
fazla işlenmemiş yiyecekleri,
tadınıalabildiğimiz yiyecekleri
yemek yediğimizin farkında olarak -damak, mide ve ruh olarak farkındalılık- ve doyduğumuz için mutlu olarak yemeliyiz.
Daha az yemeliyiz;
Midemiz ve sağlığımız için,
diğer insanlar da yiyebilsin diye,
dünya dengesi korunsun ve sonsuza kadar evimiz olsun diye daha az yemeliyiz.
Suşi endüstrisi için soyları tükenme tehlikesine düşen orkinosları, bir lokantanın bahçesinde balık bekleyen yukarıdaki fotoğraftaki kediciği unutmamalıyız
Anne yemeklerini, eş sevgili yemeklerini, kendi pişirdiğimiz yemekleri, iş yeri yemeklerini yemeklerini yemeliyiz.

İnanın az yediğimiz ve sevdiğimiz yemekleri yediğimiz için çok daha mutlu olacağız

24 Mayıs 2010 Pazartesi

HANIMELİ VE İĞDE KOKULARI ARASINDA

Haziran ayı geldi.
Yaz aylarının keyfini çıkarmak lazım.
Hele iğde kokulu akşamların, hanımelleri kokulu sabahların.
Yıldızlı gecelerin.
Renk ahenk dolu akşamüstülerin.
İyi demlenmiş bir çayın.
Bir bardakcık soğuk içeceğin.
Efil efil giyinmenin,
Püfür püfür esen rüzgarın,
Balkon keyfi yapan komşuların muhabbetlerinin
Çocukların parklardan gelen kahkaha seslerinin,
Kuşların neşelerinin keyfini yaşamak lazım.
Biraz çalışmanın biraz eğlenmenin keyfini yaşamak lazım.
Bir sorumuz var, bir yarışma. haziran ayı sorusu bu;
"Gırmıtik" nedir?



23 Mayıs 2010 Pazar

KARDEŞLİK SOFRALARI


Bizim yemeklerimiz neden bu kadar lezzetlidir?
Anlatırken, tanımlarken, tarif ederken bile ağzımız sulanır, canımız çeker.
Bir de; o yemek bizim şu yemek de bizim diye kavgaya tutuşuruz. Kiminle yaparız bu kavgayı? En çok Rumlarla, Ermenilerle biraz Arap biraz Arnavutlarla. Kimdir bunlar? uzun yıllar birlikte yaşadığımız, bugün çok az olsa da birlikte uzun yıllar yaşamayı arzuladığım kardeşlerimiz.
Analı kızlı Malatya'nın mıdır? Antep'in mi?
Hellim Peyniri kimindir?
Lokum?
Kurut?
Zeytinyağlı sarma (yalancı dolma) ?
Fasulye pilaki?
Çiğ köfte?
Baklava?
Kaburga Dolması?

Bu yemeklere lezzetini, tadını veren kardeş sofralarıydı. Farklılıkların getirdiği zenginlikti.
Birbirinden hergün hergün bir şey öğrenmeydi.
Farklılık olmadan var olmayı bilmeme gibi güzel bir duyguydu.
Hep böyle çeşitli ve zengin yaşanacağına dair güven duygusuydu.
Başka bir yaşamı bilmemek, akla getirememek, hayal bile edememekti

Gittiler, gönderildiler, geldiler, getirildiler
Gidenlerle önce bağımızın tarlamızın bereketi gitti
Dikkat şimdi sofralarımızın tadı , lezzeti, neşesi ve bereketi gidiyor.



22 Mayıs 2010 Cumartesi

KENDİMİZE YARDIM

Çok farklı bir alandan bir örnekle başlayalım işe; bazı ürünler vardır. Sezonda, pahalı pahalı birinci kalitesini alırız da, ucuzlukta aynı ürünün aynı görüntüde; ikinci, üçüncü kalitesini makul fiyatlara bulabiliriz.
Burada konumuz; adamların bize attığı kazık değildir. Bazı ürünlerin ikinci, üçüncü kalite olarak da üretilmesidir.
Biz de bazen, kendimizin ikinci, üçüncü kalitesi gibi davranır, algılanır, hissederiz.
Hayatı; tam derimizin altında değil de iki ya da üç santim gerisinden hisseder, algılar ve yaşarız.
Bir uyuşukluk hali vardır üzerimizde.
Bir donukluk.

Bir kendimiz gibi olamama hali.
Kimsenin bizi tanıyamaması, anlayamaması. Özellikle çok yakınımızdakilerin tanıyamamasının ise en çok canımızı yakan şey olması.
Tüm donukluğa karşın, bu acının çok keskin yaşanması.
Donukluğun, uyuşukluğun altında bir hüzün nehrinin derin derin akması.
İşte burada duralım biraz.
Kendi içimizde kaybolmuşuz demektir.
Dikkat.
Kendimizin taklidi ya da ikinci kalitesi gibi davranıyorsak anlayalım.
Donukluğun, uyuşukluğun acıyı engellemediğini görelim.
Acıyı büyüttüğünü ve tüm hayatımız haline getirdiğinin farkına varalım.
Neşemizin, çoşkumuzun nereye gittiğini soralım.
Bununla yüzleşmek zor mu oluyor?
Gerekiyorsa profesyonel yardım alalım.
Profesyonel yardım, bazen bir hayatı bize geri verir, hediye eder. Bunu unutmayalım.
Gerekmiyorsa eğer - ki bunu çoğunlukla anlayabiliriz gibi geliyor.- şu aşağıda önerdiklerime bir bakalım.
1.Derimizi hissetmeye çalışalım. Özellikle el ve ayakta. Spor, egzersiz gibi şeylerin yanısıra, el ve ayak derimizin hemen altında olduğumuzu algılayabileceğimiz hareketler uyduralım. Elleri sıkıp açmak, elleri birbirine güçlü bir biçimde sürtmek iyi geliyor.
2. Kendimizi derimize doğru itmek, derimize yakınlaştırmak gerekiyor. Bunun bir zihinsel çalışma olduğunu unutmadan. Yani bu işi fiziksel değil zihinsel yapmak gerekiyor.
Önce olumlu şeylerden başlamak gerekiyor. Sizi bir parça neşelendiren, huzur veren, güven veren, olumlu bulduğunuz noktalarda ruhunuzu öne, derinize doğru itmek ve zımbalamak gerekiyor.
Sizi içinizde kaybettiren, acı veren, yolunu şaşırtan, donuklaştıran konularda ise - eğer gerekiyorsa ki, günü gelecek gerekecek- sadece simgesel davranarak öne atılmak gerekiyor


YENİ BİR DÜŞ

Ne oldu? Bunaldık
Ne oldu? Hastalandık
Ne oldu? Yaşlandık ya da yaşımız kaç olursa olsun kendimizi yaşlı hissetmeye başladık
BİR DÜŞ KURMANIN VAKTİDİR
Ne oldu? Terk ettik ya da terk edildik ve çok mutsusuz
Ne oldu? Emekli olduk
Ne oldu? Hayattan uzaklaştık
Ne oldu?Artık üretemediğimizi fark ettik
Ne oldu? Aldatıldık
İŞTE ŞİMDİ, YENİ BİR DÜŞ KURMANIN VAKTİDİR.
Kendimize, sadece kendimize yönelik olmalı bu düş. Kişisel mutluluğumuzu hedeflemeliyiz. Ömrümüzde bir kez olsun, bilinçli bir seçimle bizi sevinçten havalara sıçratacak bir düşümüzü bulmalı ve onun ardına düşmeliyiz.
Heyecanlanmalı, yerimizde duramamalıyız.
Hep içimizde bir yerlerde saklı duran bir arzumuzu, içimizi kanata kanata bile olsa BULUP ORTAYA ÇIKARMALI VE kışkırtmalıyız.
Bir kez olsun, bir kezcik olsun beyaz atlarımıza binip bir serüvenin ardına dört nala düşmeliyiz. Merak etmeyelim geri döneriz. Belki biraz yorulur, biraz düş kırıklığı yaşar ama geri döneriz. Dönmüyorsak yeni düş yeni yaşamımız demektir.
Ama dönsek de dönmesek de artık ne hastalığımız kalmıştır ne bunalım ne yaşlılık ne kalp kırıklığı
YENİ BİR DÜŞÜN PEŞİNE GİTMEK LAZIM



21 Mayıs 2010 Cuma

BİR ŞEY YAPMALI


1.Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı- ÇEKÜL-Özellikle çocuklarla oluşturulan çalışmalar çok keyifli. Ve daha katkıda bulunulacak nice alan tanımlamışlar...


2.  Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kuruluşlarında Gönüllü Çalışmanın Esasları
Çocuklar, Yaşlılar, Engellilerle birlikte olma, onlarla etkileşim içinde olma, hem öğrenme hem öğretme şansı. Gönüllü çalışma için gereken vasıfları tanımlayan yönetmelik.



3. Başlıbaşına bir gönüllük süreci


3. Ekolojik Yaşam Kapısı- BUĞDAY -
Yaşamını sürdürürken diğer yaşamlarla uyum içerisinde ve ekolojik bütüne saygılı bireyler ve bu bireylerden oluşan bir toplum hayaliyle...


4. İl Özel İdareleri ve Belediye Hizmetleri Gönüllülük Yönetmeliği

5. Anne Çocuk Eğitim Vakfı - AÇEV - Okul öncesi çocukların eğitim durumlarına ilişkin koşulların düzeltilmesi doğrultusunda çalışmalara başlayan bir vakıf. İşlevsel Yetişkin Okuryazarlığı ve Kadın Destek Programı gönüllü eğitimciler tarafından yürütülmekte; http://www.acev.org/content.php?id=30&lang=tr
6. KIZILAY_Afet dönemlerine gönüllü çalışma yapmak isteyenler için; http://subeyonetimi.kizilay.org.tr/onbasvuru.aspx

7. Darülaceze'de bizi bekleyen birileri vardır belki; http://www.darulaceze.gov.tr/bpi.asp?caid=225&cid=127

8. Biz bir gidelim onlar bin çiçek açsın http://www.zicev.org.tr/bagislar:gonullu

9. Deniz Kaplumbağalarının da bize gereksinimi var; http://www.ekad.org/gonullu.htm

10 Aradıkları becerilere sahipsek çok da hoş olabilir- Antalya Kent Müzesi http://www.antalyakentmuzesi.org.tr/index.php?Itemid=124&option=com_facileforms

11. Birleşmiş Milletler'de gönüllü çalışmak için; http://www.un.org.tr/index.php?ID=104&LNG=1

12. Toplum Gönüllüleri Vakfı'nda Gönüllü Çalışma Yönetmeliği



13. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı; Adım Adım Gönüllülük


14. Çevre katliamina HAYIR! HAYIR! HAYIR! diyorsanız


15. Türk Böbrek Vakfı Sosyal Komitelerinde Çalışmak için


16. Kendi sözleriyle; "Herkesin yaşamda bir yolculuğu olduğunu düşünerek herkesin bir yolu, kendini gerçekleştirdiği bir “Patika”sı vardır. Bu patikalar zaman zaman başka insanların patikalarıyla birleşirler ve beraber yolculuk edilir. "

KENDİMİZ İÇİN HAYAT DERSLERİ ÜÇBİNYİRMİALTI



Herhangi bir konuda yaşadıklarımızı nasıl algılayıp isimlendirdiğimiz çok önemli.
Hayatı nasıl yaşadığımızla ilgili bir şey.
Bize sıkıntı veren herşeyi sorun olarak algılıyoruz.
Hayallerimize ulaşmakta engel olan her şey, içimizi sıkan her şey, başaramadığımız her şey bizim için sorun.
Ve bu sorun çözülünceye kadar hayatımızdaki diğer konuları hep tali yaşıyoruz. Yani ikincil önemde.
Oysa belki de hayatımızın ilerleyişi bu alanlarda.
Belki bu alanlarda hayatı çok ıskalıyoruz.
Hayatın bir kısmını öncelikli bir kısmını önemsiz olarak niteleyip yaşadığımızda ise gerçeği, gerçekliği yitiriyoruz.
Artık tam algılanmayan, yüzer gezer bir düzlem içinde olup bitiyor hayatımızdaki olaylar ve yaşantılar.
Oysa herhangi bir konuda engellendiğimizde, başaramadığımızda, elde edemediğimizde, durağanlıkta ya da teleşta bunun bir sorun değil bir durum olduğunu düşünsek. Hayat biraz da durumlar ve anlar toplamı değil midir? Durum hayatın diğer konu, alan ve yaşantılarını olduğundan daha önemli ya da daha önemsiz kılmıyor. Diğer durumlar gibi bir durum. Biraz ya da çok cansıkıcı ama bir durum. Hayatın diğer alanlarındaki eğlenceyi, coşkuyu, anlamı kaybettirmeyen, önemsizleştirmeyen bir durum. Gececek bir durum. Ya da geçmeyecek. Konuya, olana ya da bize bağlı bir şey. Ama hayatın peşini bıraktırmayacak, duyguları kütleştirmeyecek, gerçekliği kaybettirmeyecek bir hal.
Gençlere bir de böyle bakmalarını öneririm.
Özellikle sınavlarda.
Aşklarda ve ayrılıklarda.




18 Şubat 2010 Perşembe

BENİM GÜZEL ÇOCUKLARIM

Ey, büyük şehirlerin terkedilmiş mahallelerinin viraneliklerinde, ucuz ve parlak İtalyan kumaşlarından dikili ceketlerinin kalkık yakalarıyla, yüzlerini kendilerinden bile gizleyen kuşcu çocuklar. Kalpleri olduğunu bir tek güvercinlerin bildiği bıçkın delikanlılar.

Ey, elleri siyah kalpleri beyaz, kendine tapan liberal ve oryantalist aydına bile toplumsal vicdan olmadığını kavratabilen Ali'nin yol arkadaşları. Katı atık toplayıcıları

Ey, sabahları, gün doğmadan tatlı uykularından uyandırılıp yollara düşen, akşamları, gün batımından önce işlerini bırakıp gidemeyen, elleri tüm uzuvlarından önce büyüyen, gün yüzü görmeyen ama emekleriyle hayatı her gün, her gün yeniden üreten, sessiz kahramanlar. Çırak çocuklar.

Ey, internet kafelerde, karşısında saatlerce kilitlenerek, ekranlardan medet uman, hayalleri bir hayli kırılmış çocuklar.

Aynı sokaklarda aynı okullarda olup da birbirlerini küçümseyen kızlar, oğlanlar. Ama sosyal paylaşım sitelerindeki profilleriyle birbirlerinin hayranı olabilen masum yalancılar.

Ey, kendilerine ve ailelerine daha iyi bir hayat beklentisiyle küçük yaşlarında evlerinden köylerinden, kasabalarından kopup yabancı şehirlerde büyük ve soğuk binalarda okumaya giden evlerinin, köylerinin, kasabalarının umut goncaları.

Ey, büyük büyük adamlar gibi davranmaya çalışan, çocuk koğuşlarında yaşlarından önce büyütülen racon ustaları.

Ey, en kazık matematik problemlerini atom hızıyla çözebilen, kimya formüllerine, fizik kapanlarına pabuç bırakmayan, bakışlarını ileriye odaklamış, ne buluşlar yapacağı mechul, başarıları hayranlıkla izlenen kitap kurdu, sinema delisi zehir gibi çocuklar

Ey, hayalleri; ev içlerine, mutfak perdelerine, porselen yemek takımlarına, tek taşlara, triolara, yazlıklara, kışlıklara, dantellere sığmayan, sığdırılmayan azimli kızlar.

Ey, kibirli evlerin, hırslı ana babaların yanlız ve hüzünlü prensleri, prensesleri.

Ey, başı şiirle dönen, kendi coşkularından sarhoş, büyülü çağların cesur ve güzel şarkıcıları.

Ey hiç bir yoksulluğun hiç bir zenginliğin, hiç bir baskının hiç bir ihmalin engelleyemediği güçlü yürek çarpıntıları.


Güzel çocuklarım.

Taşlanmış kot giyinmeyin. Silikozis çaresizliğine düşmesin genç işçiler.
Yapımında ölen işçi var ise, o gemiye binmeyin.

8 Ocak 2010 Cuma

KIZKARDEŞLERİM EL EMEĞİMİZLE EVDE ÜRETTİĞİMİZ ÜRÜNLERİMİZ VERGİDEN MUAF

Evlerde kullanılan dikiş, nakış, mutfak robotu, ütü ve benzeri makine ve aletler hariç olmak üzere, muharrik kuvvet kullanmamak ve dışarıdan işçi almamak şartıyla oturdukları evlerde imal ettikleri havlu, örtü, çarşaf, çorap, halı, kilim, dokuma mamulleri, kırpıntı deriden üretilen mamuller, örtü, dantel, her nevi nakış işleri ve turistik eşya, hasır sepet, süpürge, paspas, fırça, yapma çiçek, pul payet, boncuk işleme, tığ örtü işleri, ip ve urganları, tarhana, erişte, mantı gibi ürünleri işyeri açmaksızın satanların elde ettikleri kazançlar gelir vergisinden müstesna olacak.

bu işlerden elde ettikleri gelirden vergi ödemeyecekler.
Bu ürünlerin pazarlar ile düzenlenen kermes, festival, panayır ile kamu kurum ve kuruluşlarınca geçici olarak belirlenen yerlerde satılması muaflıktan faydalanmaya engel olmuyor.

Resmi açıklamayı da buraya aldım.
Başka yasal düzenlemeleri de buldukça siteye ekleyeceğim.





01 Mayıs 2007 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 26509

Maliye Bakanlığından:

GELİR VERGİSİ GENEL TEBLİĞİ (SERİ NO: 264)
4/4/2007 gün ve 26483 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5615 sayılı Kanunla, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun Esnaf Muaflığı başlıklı 9 uncu ve Değer Artışı Kazançları başlıklı mükerrer 80 inci maddelerinde yapılan değişikliklerle, yürürlükten kaldırılmış bulunan Ücretlilerde Vergi İndirimi başlıklı mükerrer 121 inci maddesine ilişkin olarak aşağıdaki açıklamalar yapılmıştır.

1. Yasal Düzenleme
5615 sayılı Kanunla, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun;
- 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendi, “6. Evlerde kullanılan dikiş, nakış, mutfak robotu, ütü ve benzeri makine ve aletler hariç olmak üzere, muharrik kuvvet kullanmamak ve dışarıdan işçi almamak şartıyla; oturdukları evlerde imal ettikleri havlu, örtü, çarşaf, çorap, halı, kilim, dokuma mamûlleri, kırpıntı deriden üretilen mamûller, örgü, dantel, her nevi nakış işleri ve turistik eşya, hasır, sepet, süpürge, paspas, fırça, yapma çiçek, pul, payet, boncuk işleme, tığ örgü işleri, ip ve urganları, tarhana, erişte, mantı gibi ürünleri işyeri açmaksızın satanlar. Bu ürünlerin, pazar takibi suretiyle satılması ile ticarî, ziraî veya meslekî faaliyetleri dolayısıyla gelir ve kurumlar vergisi mükellefi olanların düzenledikleri hariç olmak üzere; düzenlenen kermes, festival, panayır ile kamu kurum ve kuruluşlarınca geçici olarak belirlenen yerlerde satılması muaflıktan faydalanmaya engel değildir.” şeklinde,
- Anılan maddenin mülga ikinci fıkrasından sonra gelen üçüncü fıkrası, “Ticarî, ziraî veya meslekî kazancı dolayısı ile gerçek usûlde Gelir Vergisine tâbi olanlar ile yukarıda sayılan işleri Gelir ve Kurumlar Vergisi mükelleflerine bağlılık arz edecek şekilde yapanlar esnaf muaflığından faydalanamazlar.” şeklinde,
- Mükerrer 80 inci maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde yer alan “dört yıl içinde” ibaresi “beş yıl içinde” olarak,
Değiştirilmiş ve ücretlilerde vergi indirimi başlıklı mükerrer 121 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

2. Gelir Vergisi Kanununun 9 uncu Maddesiyle İlgili Düzenlemeler
2.1. Evlerde Kullanılması Esnaf Muaflığının Kaybedilmesine Engel Olmayacak Makine Ve Aletler
Gelir Vergisi Kanununun Esnaf Muaflığı başlıklı 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde yapılan değişiklikle, evlerde kullanılan dikiş, nakış, mutfak robotu, ütü ve benzeri makine ve aletler, muharrik kuvvet kapsamından çıkartılmış ve böylece söz konusu makine ve aletlerin kullanılmasının muafiyetten yararlanmaya engel olmaması sağlanmıştır.
Örneğin Bayan (A)’nın, evinde dikiş ve nakış makinesini kullanmak suretiyle imal ettiği örgü ve nakış işlerini satması faaliyeti, esnaf muaflığı kapsamında değerlendirilecektir.
Ancak, evlerde sanayi tipi veya seri üretim yapabilen makine ve aletleri kullanmak suretiyle kazanç elde edenler esnaf muaflığı kapsamında değerlendirilmeyecektir.

2.2. Esnaf Muaflığı Kapsamında Evlerde Üretilebilecek Ürünler
Gelir Vergisi Kanununun Esnaf Muaflığı başlıklı 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde yapılan diğer bir düzenlemeyle, esnaf muaflığı kapsamında evlerde üretilebilecek malların sayısı artırılmış bulunmaktadır.
Mevcut bentte yer alan ürün çeşitlerine ilave olarak, kırpıntı deriden üretilen mamuller, tarhana, erişte, mantı, her nevi pul, payet, boncuk işleme, tığ örgü işleri gibi ürün ve mamullerin üretim ve satışıyla iştigal edenler de esnaf muaflığı kapsamına alınmıştır.
Muafiyet kapsamındaki ürünler, bentte yer alan ürünlerle sınırlı olmayıp bu ürünlere benzerlik gösteren diğer ürünleri aynı şartlarla üretip satanlar da esnaf muaflığı kapsamında değerlendirilecektir.
Örneğin Bayan (B) nin, evinde ürettiği tarhanayı, kurumlar vergisi mükellefi (Z) A.Ş.’ne satması halinde Bayan (B), elde ettiği bu gelir dolayısıyla esnaf muaflığı kapsamında değerlendirilecektir. Ancak (Z) A.Ş., Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan vergi tevkifatı yapacaklar arasında sayılmış olduğundan, Bayan (B)’ye yaptığı ödeme nedeniyle gider pusulası düzenlemek ve anılan maddenin (13) numaralı bendinin (a) alt bendi uyarınca da gelir vergisi tevkifatı yapmak zorundadır.
Diğer taraftan, anılan bentte sayılan emtianın imali için ödenen hizmet bedelleri de (ücrete ilişkin unsurları taşımamak kaydıyla) bu bent kapsamında değerlendirilecektir.

2.3. Evlerde Üretilen Ürünlerin Satışının Yapılacağı Yerler
Söz konusu bentte yapılan başka bir düzenlemeyle de emeğe dayalı ürünlerin esnaf muaflığından yararlananlarca pazarlanmasında kolaylık sağlanmıştır. Muafiyet kapsamında bulunanlar, evlerde Kanunun öngördüğü makine ve aletler dışında başka makine ve alet kullanmadan kendi el emekleriyle imal ettikleri ürünleri;
- Bir işyeri açmaksızın,
- Dernekler, vakıflar, sendikalar ve meslek odalarınca düzenlenenler dahil olmak üzere düzenlenen kermes, festival ve panayırlarda (Gelir ve Kurumlar Vergisi mükelleflerince düzenlenenler hariç),

-Kamu kurum ve kuruluşlarınca geçici olarak belirlenen yerlerde
satabilecekler ve esnaf muaflığından yararlanmaya devam edebileceklerdir.

Öte yandan evlerde üretilen ürünlerin; pazar takibi suretiyle satışını yapanlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi mükelleflerince düzenlenen kermes, festival ve panayırlarda satışını yapanlar ile Kamu kurum ve kuruluşlarınca devamlılık arz edecek şekilde belirlenen yerlerde satışını yapanlar, esnaf muaflığından faydalanamayacaktır.



ÖNERDİĞİMİZ YAZILAR
VERGİ MUAFİYETİ ile ilgili önerdiğim ciddi ve saygıdeğer bir yazar

ben bir çok konuda kendisini izler yazılarından yararlanırım

http://www.milliyet.com.tr/2007/03/13/yazar/uras.html



ÖNERDİĞİMİZ KİTAPLAR

KURTLARLA KOŞAN KADINLAR
Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler
Yazarı ; Clarissa P. Estes
Yayınevi; Ayrıntı


ÖNERMEDİĞİMİZ PROGRAMLAR
Özellikle kadına ve çocuğa yönelik şiddetin bir istismar aracı olarak kullanıldığı sabahları olan bazı kadın programları. LÜTFEN ÇOCUKLARA İZLETMEYİNİZ.

İZLEMENİZİ ÖNERDİĞİMİZ PROGRAMLAR
TRT'de saati belli olmayıp arada bir gösterilen ELYAPIMI adlı bir program var. Çeşitli kentlerde geleneksel olarak yapılmakta olan el sanatları örneklerini anlatıyor.
GEZELİMGÖRELİM adlı programı ise anlatmaya gerek yok. Bir klasik oldu artık.




AYŞENİNPATİKLERİ'NE VE DİĞER KIZ KARDEŞLERE ÖNERİLER

İş dünyası, ki hele şu günlerde, kadınları içine çok çabuk almıyor. Bizlerin erkeklerden daha sabırlı daha azimli olmamız gerekiyor. Bunlar sizi korkutmasın aksine mücadele gücünüzü artırsın. Hırslandırsın. Güçlendirsin. İş dünyasına kırılgan bir halde girmemek lazım. Yoksa çok çabuk kırar ve atar.
Size şimdilik Sıhhiye Pazarını önerebilirim. Özellikle Cuma günleri kadın ağırlıklı oluyor. Önce gidip bir kaç kez gezin, satış yapan kadınlarla konuşun. memnun olup olmadıklarını öğrenin. Çankaya Belediyesinin oradaki görevlileri ile konuşun. Sonra kararınızı verirsiniz?
Patiklere gelince. Bence çok güzeller. Ama anneler onlardan haberdar değil.
Buna kafanızı yorun. Anneler, hamile kadınlar bu patiklerden nasıl haberdar olabilirler.
Aceleniz olmasa bekleyin, sabredin diyeceğim. İki çocuk var diyorsunuz.
Bu örnekleri bebe mağazalarına gösterin.

Ama işi geliştirmek istiyorsanız,
Siz bir tüketici olsanız bu patiği neden alırdınız diye bir düşünün?
Yünü çocuklarda allerji yapmayan bir maddeden mi?
Örgüsü mü özel?
Diğerlerinden farkı, daha doğrusu üstünlüğü ne?
En sevdiğin sanatçı sizin komşunuz olsa ve bir bebeği olsa ona gururla götüreceğiniz tek hediye bu patik olur muydu?
Bu patiği nasıl bir özel ambalajla sunuyorsunuz?
Burada kullandığınız örgü tekniğini ülkemizde kaç kadın biliyor?
Sorularımdan sakın alınmayın. Ne üretirsem ben de kendime aynı soruları soruyorum.
Bunlara çok iyi yanıtlar vermelisiniz?

Blogunuza, bebekler için; doğal, yumuşak kumaştan bir kaç bandana örneği koyar mısınız?
Bandana daha çok ilgi çekebilir.
Blogunuza fiyat ve nasıl satın alınabileceği bilgilerini ekleyin.
Diğer blogcularla, blog adresi alış verişinde bulunun. Birbirinizle rekabete düşmeden, örneğin, hamile giysileri üreten bir blog sahibiyle, oyuncak yapan bir blog sahibiyle, beşik yapan bir blog sahibiyle, ilginç ambalaj yapan bir blog sahibiyle adreslerinizi link vererek dayanışma sağlayın.

şimdilik bu kadar

örgü
tekstil
takı
dantel
el işi oyuncak
örme sepet
kostüm
terlik
ayakkabı
dantel gelinlik
ya da iğne oyası duvak
el dokuma ipek ile elde dikilmiş çamaşır
keçe
taş baskı
kumaş dokuma,
kilim dokuma,
ve daha bir dolu şey

Burası lif ve patik örgüye de açık, ipek üzerine sim işlemeye de resime de. Yeter ki bir kadının işine yarasın, kaliteli olsun, estetik bir değer taşısın.


NERELERDEN ESİNLENİP YENİ TASARIMLAR YAPABİLİRİZ



öncelikle annelerimizin ve ninelerimizin çeyiz sandıklarına
eski halı ve kilimlerimizin desenlerine
eski kumaşların desenlerine
eski kitap ve dergilere
eski dantel oya ve işlemelere
ninelerimizin dedelerimizin eski fotoğraflarına
camilerimize, kiliselerimize, cem evlerimize, havralarımıza mevlevihanelerimize
müzelerimize
kadim kentlerimize Mardin'e Antakya'ya Kapadokya'ya
şehirlerimizin eski mahallelerine
eski eserlere
antikacılara
dösime
TRT deki el emeği programına
ve tabii ki doğaya
ama en çok ruhumuza
bakacağız bakacağız bakacağız

Her kentte, her ilçede kadınların ürünlerini satabilecekleri, özel olarak tahsis edilmiş alanlarda "EL EMEĞİ PAZARI" istiyoruz.

Bu pazarların kentin işlek caddelerine yakın, alış veriş hareketliliğinin yüksek olduğu yerlerde açılmasını istiyoruz.

Buralarda sadece el emeği olan , doğaya ve insana zarar vermeyen maddelerden üretilmiş ürünlerin satılmasını ve tüm satıcılarının kadın olmasını istiyoruz.

Pazara kabul edilen kadınlar arasında ayrımcılık yapılmasın yandaş, partidaş, akraba gibi ayırımlarla kadınların bölünmemesini istiyoruz.
kadınlar burada, önce bireysel başlayıp daha sonra dayanışarak, ortaklaşarak, güç birliği yaparak işletmeler açmak için bir araya gelebilsin istiyoruz.

Bu pazarların önce haftada bir açılmasını istiyoruz. Sonra haftada bir kaç güne çıkabilsin istiyoruz.

Pazara katılan hiç bir kadından, her ne ad altında olursa olsun hiç bir ücret istenmesin hiç bir hediye veya ikram kabul edilmesin istiyoruz.

Katılımcıların iş kadınları olarak kabul edilmesini ve saygı gösterilmesini istiyoruz.

Bu pazarlar aynı zamanda küçük küçük de olsa sosyal kalkınma birimleridir. Toplumsal kalkınmadan; sosyal hizmet uzmanları, halk eğitimciler, kooperatifçiler iyi anlarlar. Bu meslek grupları ile iletişim kurulsun istiyoruz.

İlin ileri gelenlerinin arada bir el emeği pazarına gelerek ve sadece evlerinin ihtiyacı olan bazı küçük şeyleri eğer beğenirlerse bu pazardan alsın istiyoruz.

Yerel gazete ve il ve ilçe ile ilgili internet sitelerinin bu pazarları haber yapmasını, tanıtmasını istiyoruz.

El emeği pazarları katılımcıları; bu tür projelerde;
a- para kazandıklarını
b- sosyal cesaretlerinin arttığını
c- psikolojik olarak kendilerini iyi hissettiklerini
belirtirler.

Bir kadın elde ettiği gelirin yüzde doksandan fazlasını aile refahına harcamaktadır. Çocukların okuluna, eğitimine, ailenin sağlığına, beslenmesine. kadın, elde ettiği geliri, kameralı cep telefonundan, altın bileklikten, yabancı sigaradan, marka saat ve gömlekten önce aileye ailede varsa çocuğa, yaşlıya, engelliye harcamaktadır.

Katılımcılara, maliyet, kar-zarar hesabı, muhasebe, tasarım, pazarlama, satış teknikleri dışında "Kadının İnsan Hakları" nın da anlatılmasını istiyoruz.

El emeği pazarlarını; aralarından her altı ayda bir seçecekleri temsilciler yoluyla katılımcılar yönetsin istiyoruz.

Patikve lif yapıp satan da, resim ve heykel yapıp satan da bu pazarda eşitçe yer bulsun istiyoruz.

Gerisini onlara bırakıp gerçekleştirebildikleri mucizeleri görmek istiyoruz.

Krizden kurtulmanın; kömür dağıtmakla, top, balon atarak çocukları birbirine ezdirmekle değil buralardan olacağını söylüyoruz.

EL EMEĞİ ÜRÜNLERİ FESTİVALİ İSTİYORUZ

KÜLTÜR BAKANLIĞIMIZDAN;
EL EMEĞİ ÜRÜNLERİ VE EL SANATLARI FESTİVALİ İSTİYORUZ.
2009 YILI TEMMUZ YA DA AĞUSTOS AYLARI İÇİNDE,
TÜM ŞEHİRLERDE,
HER KADININ EL EMEĞİ İLE KATILABİLECEĞİ,
RENKLİ,
NEŞELİ,
BEREKETLİ BİR FESTİVAL ORGANİZASYONU İÇİN DESTEKLERİNİ BEKLİYORUZ.

BİZLER; EMEĞİMİZİN PAHALI DEĞİL, UCUZA SATIN ALINDIĞINI DÜŞÜNÜYORUZ
BİZLER; EMEĞİMİZİN NİTELİKSİZ DEĞİL, ÇOK NİTELİKLİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ
EL EMEĞİ ÜRÜNLERİMİZİN KALİTESİNİN ÇOK YÜKSEK OLDUĞUNU BİLİYORUZ.
BU NEDENLE;
İNANÇLA, SABIRLA, AZİMLE VE İNATLA,
ÜÇ KURUŞA DUY MONTAJI, BEŞ KURUŞA CD KAPAĞI YAPIŞTIRMAYI REDDEDİYORUZ.
BİZLER;
KİLİM DOKUMAYI KUMAŞ DOKUMAYI, ÜZÜMDEN ŞARAP YAPMAYI, ACI PATLICANDAN TATLI REÇEL YAPMAYI BİLEN KADINLARIZ.
BİR BULGURDAN YETMİŞİKİ ÇEŞİT KÖFTE YARATIP BUNU İŞTAHLA YEDİRMESİNİ, BUNUNLA YETMİŞ İKİ MİLLETİ DOYURMASINI BİLEN KADINLARIZ.
TÜM İYİLİĞİMİZLE VE DOĞA İLE OLAN DOSTLUĞUMUZLA
EKONOMİK YAŞAMDA Bİ,Z DE VARIZ DİYORUZ.
DAHA GÜZEL BİR DÜNYA İÇİN
BİZ VARIZ DİYORUZ.



Bu yazıda, ev eksenli ve kendi hesabına çalışan bir arkadaşımdan hareket ederek, ürünlerin pazarlanması için bir strateji oluşturma sürecine katkı vermeye çalışacağım.

Pazarlama; kişilerin ve örgütlerin amaçlarına uygun şekilde ürettikleri mal ve hizmetleri; fiyatlandırma, dağıtım, satış çabaları ile araştırma, planlama ve uygulamaya süreçlerinin toplamıdır.

Pazarlamanın; satış öncesi, satış sırası ve satış sonrası gibi aşamaları vardır.

Üretimden fiyatlandırmaya, araştırmadan satış sonrası hizmetlere her süreç pazarlama faaliyetinin içindedir.

Son zamanlarda; Müşteri Odaklı Pazarlama Stratejileri daha yaygın uygulanmaktadır.

Bu strateji; müşterinin neye ihtiyacı olduğunu, ne istediğini anlamak ve ona uygun üretim yapmak ve satışı organize etmek olarak ifade edilmektedir.

Bu genel tanımlar ışığında ev eksenli çalışan kadının üretim kalitesinin bir hayli yüksek olmasına karşılık pazarda yer bulamamasının nedenlerine bir bakalım;

En önemli neden; ister kendi hesabına çalışsın ister bir dernek, kooperatif çatısı altında çalışsın, arkadaşımızın kendini çalışan bir kadın olarak görmemesi. Kendini bir ev kadını olarak algılaması. Hatta bunda direnmesi. Geleneksel aile baskısı yanında, bir de kendisinin ev kadını kimliğine kalmaya direnmesi…

Bir kadının marifetli olması güzel bir şey, o marifeti konu komşuya sergilemesi de öyle. Ama bu alanda para etmiyor bu. Bize bir yararı yok.

Biz istiyoruz ki üretelim ama gerisine karışmayalım, kafamızı yormayalım, evimizden, mahallemizden çıkmayalım, bilmediğimiz mecralara girmeyelim, tanımadığımız insanlarla muhatap olmayalım, değişmeyelim. Başkaları yapsın bizim adımıza. Biz ne anlarız pazardan, piyasadan, pazarlamadan.

Başkalarının bizim adımıza bu işleri yaptığı da oluyor. Bu yöntem iki şekilde gerçekleşiyor. Birincisinde kadınlarla ilgili bir sivil toplum örgütü dayanışma adına bir mağaza açıyor ve ulaşabildiği, kaliteyi tutturabildiği kadar kadın ve ürünüyle çalışabiliyor. Bu bir yöntem. Keşke genç ve iktisat, işletme okumuş kadınlardan oluşan bir grup kadın sadece bu işi yapsa gönüllü olarak. Bazı küçük sakıncalarına - kadınlar arası sınıflaşmaya gitmek gibi – sakıncaları olsa da müthiş bir gelişim sağlayabilir. Ama yok ve var olanların da pazardaki yeri yüzde bir gibi. Çok da emin konuşmayalım. Çünkü bilmiyoruz bu konuda bir araştırma en azından benim elimde yok.

İkinci yöntem ise, aracıların ürünleri üç otuz kuruşa elimizden kapması ve tüccara ulaştırması. Kadın arkadaşımızın hak ettiği parayı hiçbir zaman kazanamaması. Kazandığımızın bir yaraya merhem olamaması. Tek başına pazarlık gücü bulunamaması. Bir çıkmaz döngüde dönenip durulması.



Ne Yapmalı;

İlki, kimseye bağıra çağıra söylemeye gerek yok ama öncelikle çalışan kadın olduğumuzu kendimiz kabul etmeliyiz. Çünkü bizim bir işimiz var ve işimize kafa yormaya ihtiyacımız var. Biz üretim yapıyoruz.

Eğer bir işimiz olduğunu kabul edersek ancak o zaman pazarlama işini de düşünebiliyoruz. O zaman ne üretiyorsak, üretmeden önce planını yapabiliyoruz, nerelere satabileceğimizi hesaplayabiliyoruz, ne fiyat koyacağımızı, maliyetini tasarlayabiliyoruz. Örneğe karar verebiliyoruz.

İşimizle ilgili araştırmalar yapabiliyoruz, planlama yapabiliyoruz, çeşitli uygulamaları deniyoruz. O zaman en azından kendi ürünümüzle ilgili pazarı, piyasayı bilmeye başlıyoruz. Olanları merakla izliyor, gelişmelerden heyecan duyuyor, insanlarla paylaşıyor, etkinleşiyoruz. Bize bir şeyler oluyor, değişiyoruz, güçleniyoruz. O zaman kaynana da koca da komşu da yaptıklarımızı ciddiye almaya başlıyor.

İkincisi, biz bu işlerle koştururken, aynı kaygılarla koşturan diğer kadın arkadaşlara rastlıyoruz. Dayanışma içinde olursak daha büyük düşünebileceğimizi daha büyük işlere girişebileceğimizi görebiliyoruz. Aracılardan kurtulabileceğimizi görüyoruz. Bir güç olabileceğimizi görüyoruz. Ve birbirimizi anlayabileceğimizi, sadece iş için değil çocuklarımızın bakımında, hastalıkta, düğünde, bayramda, cenazede yardımlaşabileceğimizi ve işimizi de sürdürebileceğimizi görüyoruz. Kadınlar olarak haklarımız konusunda duyarlılaşıyoruz, bilgileniyor ve gelişiyoruz. Öğrendiklerimizi başka kadın arkadaşlarımızla da paylaşıyoruz.

Üçüncüsü; Mahallemizdeki muhtardan başlayarak, belediye başkanı, kaymakam, vali gibi makamlardan; SADECE BİZİM İÇİN DEĞİL AMA, TÜM KADINLAR için, üretenlerin de ürünlerini daha iyi koşullarda daha nitelikli, daha iyi tasarlanmış şekilde üretebilmeleri ve pazara ulaştırmaları için olanaklar talep etmek. Bu talepler girişimcilik, pazarlama, satış gibi konularda eğitim de olabilir, el emeği pazar yerleri de, satış ve sergi salonu gibi mekanlar da olabilir.

Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı ile meslek odaları da kadınlarla ilgili destek verebilecek kuruluşlardır.

Ayrıca bazı firma ve kişiler de marka oluşturmak, marka yaratmak, tasarım, pazarlama gibi konularda destek ve eğitim de vermektedirler.

Bugün birer kadın olarak sosyal medyada yer almak için ilköğretimdeki çocuklarımızdan yardım alabiliyorsak yarın da mahallenin haytalarından, üniversiteye giden yeğenlerden ürünlerin internette yer almasını ve satışını, duyurulmasını, tanınmayı sağlayabiliriz.

Yani gerek kamu ile gerek diğer sivil toplum kurumları, bireyler, kadınlar, temel malzemelerimizi aldığımız tedarikçi esnaf ya da toptancı ile bir yardımlaşma, dayanışma sağlayarak gelişebiliriz.

Ancak tüm kamu desteği, sivil dayanışma gibi organizasyonlarda bile unutulmaması gereken en önemli ilke, kadın örgütünün bağımsızlığıdır. Ve bu kadın örgütündeki, örgüt içi eşitlik, adalet, hakkaniyettir önemli olan. Belki de kadınların birlikte üretip birlikte ürünleri pazarlamasındaki en önemli örgütsel meseledir.

Yeri gelmişken diğer ilkeleri de söyleyelim; kadınlar; insana ve doğaya zararı olduğu bilinen malzeme ve yöntemle iş yapmamalı. Aksine doğaya ve insana dost malzeme ve yöntemle iş yaptığı ile tanınmalı, bilinmeli. Bu ilke ticarette kısa vadede zarar gibi görünse de markalaşma sürecinde, “güven” duygusunun, tanınırlık ve uzun erimli olmanın yanında, ilk üç unsurdan biri olduğu söylenebilir.

Ve son olarak kadınlar; başkasının emeği ve hakkını gasp etmeden ticaret yapmalı. Aksine emeğe ve hakka saygı ile bilinmeli ve tanınmalı.


Nasıl Yapmalı;

Pazarlamaya da ürün kadar hatta belki daha çok önem vermeli. Bu konuda okumalı, bilenlerin deneyiminden yararlanmalı. Bu tür ürünler konusunda satış deneyimi olan insanların bilgisinden yararlanmalı.

Piyasada bizim ürettiğimiz üründen kaç çeşit var? Nerelerde satılıyor? Fiyatı ne kadar? Biz kaça mal ediyoruz? Nerelere, ne kadar fiyattan satabiliriz? Kim satabilir? Bu konuda acaba tüketici ne istiyor? Onun talebini karşılayacak ürün nedir? Bu soruları sürekli kendimize sormalı.

Ürettiğimiz klasik ürünleri korumanın yanı sıra yeni ürün kategorisinde farklı ve yeni ne yapabiliriz sorusunu sürekli sormalı ve o doğrultuda üretim yapma gayreti göstermeli ( Ürün tanıtımında bile “Yeni ve değişik bir ürün var” dendiğinde, o ürünü görme konusunda verilen olumlu yanıt diğerlerine oranla bir hayli yüksek olmaktadır)

Pazarlama ve satışta ürünün sunumu, ürünün kendisi kadar hatta bazı durumlarda ondan da önemli bir hâl almaktadır. Bu nedenle ürünleri güzel mekânlar, güzel kutular, güzel keseler, çantalar ve bohçalar içinde tanıtmalı ve pazara sunmalı.

Pazarlama görüşmelerinde randevulu gitmenin yararı bulunmaktadır. Özellikle yüz yüze iletişimde dış görünüm, giysi, saç, takı, konuşma, oturuş, tokalaşma, ilk beş tümcenin seçilmiş olması, ses tonu, beden dili, görüşme zamanı gibi konulara dikkat etmeli.

Ürün bilgisi çok önemli. Pazarlanacak ürünlerin dokuma ise; ipliğinin hangi bölge pamuğundan üretildiği, hangi teknikle boyandığı, motiflerin anlamı, kaç ilmek dokunduğu gibi birçok bilgi ile yola çıkmalı.

E-pazarlama artık gerek üretici gerek tüketici olarak hepimiz için, ciddiye alınacak kadar önemli bir hale geldi. Perakende sektörünün tespitlerine göre son dönem facebook’un, statik bir web sayfasından çok daha etkin olduğu belirlendi. Tüketiciye birçok kanaldan kendini duyuran, yeniliklerden anında haberdar eden, yorumlara yayımlayan bir kanal olarak sosyal medya pazarlamada giderek etkinleşiyor ve tercih ediliyor.

Pazarlama ve satışta geniş düşünmekte yarar var. Semt pazarları da bir kanal, ilgili mağazalara toptan ürün satışı da bir kanal, butik mağaza da bir kanal, belediyelerin satış yerlerinde bir tezgâh almak da kanal, üniversiteli çocuklarla işbirliği yapıp öğrencilerin gereksinmeleri doğrultusunda çalışmak da, mahalle esnafının dükkanlarına birer örnek koymak da beş yıldızlı otellere birer örnek koymak da bir kanal. Niş pazarlama da bir kanal. Katalog üzerinden satış yapmak da bir kanal. Turistik mekânlara da ürün konulabilir, bir pazarlamacı ile anlaşılarak da ürün büyük kentlerin büyük mağazalarına ulaşılabilir. Hatta yurt dışı akrabalar yoluyla satış yakalayan arkadaşlarımız bile var. Kanalları ister tek tek ister bir çoğu bir arada kullanabilir. Önemli olan ulaşılabilir, kullanışlı, iş görür yöntemlerle pazarlamayı gerçekleştirmektir.


Güven Tunç