Kalbim Daha Ne Kadar Kanayacaksın Geçmiş Zaman Aşkları İçin - Öykü



Merhaba... Beni duyabiliyor musun? Ben Mavi... Ne yapacağız biz? Nasıl yapacağız? Ya ben? Ben ne yapacağım? Ne susturabiliyorum göğüs kafesimdeki kuşları, ne uçurabiliyorum Onlar da habire kanat vurup duruyorlar içimde. Örseleniyorlar.Örseleniyorum.-"Uçun"diyorum ama, beni dinlemiyorlar.
Uçsalar. Kendilerini böyle tutuklamasalar, beni böyle kahretmeseler ya. Uçmuyorlar bir türlü. Susmuyorlar da... İkisini de yapmayıp, beni hep Araf'da bırakıyorlar.
Birbirimizi tesadüfen bulup ayrılışımızdan bu yana çırpınıp duruyorlar içimde. "Durun," "Susun," "Yapmayın" diye yalvarmalarıma aldırmıyorlar. Sakinleşmiyorlar bir türlü. İlk kez sesimi duyuramıyorum onlara. Ulaşamıyorum... Ne oldu benim uysal kuşlarıma? Ruhuma ilaç olan mutlu cıvıltılarına ne oldu? Ne oldu da bana böyle tepkilenip yoldan çıktılar?
Ne güzel günler yaşardık eskiden. Unutmuş olamazlar. Durup dururken, ansızın, hep birden havalanıverirlerdi. Ben de yanlarında. Hoşnutlukla katılırdım bu sürprize. İçimde bir pır pır, geniş çayırları, uzun nehirleri, karlı dağ tepeleriyle, kendi efsanelerinde uyuyan gölleri dolanırdık. İnadına konardık korkuluklara. En ışıltılı pınarın suyunda oynaşırdık. Kendi özgürlüklerine uçmalarına, kendi geleceklerini aramalarına, gökyüzü sevdalarına hayran olurdum. Kendini bulma yarışında birinci olmaya uğraşırdık, tek rakibimizin kendimiz olduğunu bilerek. Deli gibi olurduk coşkudan.
Ah! Susmasını, durmasını da iyi bilirdi benimkiler. Özellikle karmaşalara düşmüşken ben. Derviş sabrıyla beklerlerdi fırtınanın geçmesini. Anlayışlıydılar. Beni bana bırakırlardı. Ya günler getirirdi yaşamıma yeni dengeyi, ya ben yanlış da olsa bir çıkış yolu bulurdum kendime. Bilirlerdi geçeceğini. Yaşam konusunda benden deneyimliydiler ve benden iyi tanıyorlardı beni. Yıllarla değil, dönemeçlerle büyüyüp olgunlaşıyordum. Yaşadığım topraklar da fırtınalı dönemeçlerin en bereketli ülkelerinden biriydi işte.
Seninle karşılaştığımda da çok büyük bir fırtınanın ortasında, kuşlarımın barınağındaydım... Korkuyordum. ülkem kapkara bir haritaya dönüşüyordu önümde. Artık benimle konuşmuyor, kucaklamıyordu beni. Dilsiz duvarlar örülüyordu habire çevremize. Geleni hem iyi tanıyor, hem yeterince tanımlayamıyordum.Korkuyordum.
Tüm düşleri parçalanmış geceler yaşıyordum. Tek tip zevksizlik her gün hayatımızda bir temiz yeri daha kirleterek ilerliyordu. Kurutulup çölleştiriliyordu ömürlerimiz. Yoksulluğunu onuruyla yamayan insanlarımız, yanlarındaki insanların üzerine yürüyen öfkeli kalabalığa dönüştürülüyordu. Haçlı seferlerinin intikamı en yakınındaki, en savunmasız insandan alınmaya çalışılıyordu. Taşralılık dayatılıyordu tüm yaşantımıza.Korkuyordum.
Tanıdık bildiğim her şey hızla koparken benden, avuçlarımdaki su, ayaklarımın altındaki kum gibi kayarken, tükenirken nasıl korunabileceğimi, nasıl koruyabileceğimi bilmiyordum. Siyah peçelerle kapatılıyordu ufkumuz. Namluları kuşlara çevrili silahlar dağıtılıyordu. Aksine azaldıkça azalıyordu söz söyleme özgürlüğüm. Panikliyordum.
Bizi karşılaştıracak yolculuğa bu koşullarda çıkarılmıştım. Emirlere hep itirazı olan ben, hatır gönül işi olunca kuzu kuzu boyun eğmiştim.
Ve herkes dururken sen, tüm uzaklığıma, tüm gizleme çabalarıma karşın, yüzüme bakınca anladın yaşadıklarımı. Gizliyordum çünkü o yolculuğa çıkıncaya dek kimseye derdimi anlatamamıştım. Olacakları söylediğimde, kimse inanmamıştı. Hep başkaları suçlanmıştı olanlardan. Kendimizi sorgulatamamıştım. Günlük küçük cilaları bile kazıtamamıştım. Altından çıkacak olanla yüz yüze gelme cesareti taşıyamamıştım. Kayıplarının farkında olmak istemiyordu hiç kimse... Küskün değildim ama artık konuşamayacaktım, huzur kaçırmayacaktım. Nişangâh olacakların görmezden geldiklerini başkalarına ne diye anlatacak, nasıl savunacaktım ki? Anlamıştım artık konuşmayacaktım... Ama içimin renkli küçük kuşlarını da kimse için şahinlere yem yapmayacaktım. Çocukluğumun tek mirasıydı kuşlarım. Bir sabah içimde bulduğum hayattı, ışıktı, tattı. Sahip çıkacaktım. Duymak, bilmek istemeyenler bilsinler diye zarar görmelerine izin vermeyecektim. Kendimi o eski üç beş arkadaşımın dışında kimseyle paylaşmayacaktım. Canım çok acıyacaktı ama ben susacaktım. Kimseyle göz göze gelmeyecektim.
Kedileri kısırlaştırıp, kuşları tutsak kılıp, çiçekleri koparıp öldürerek ve ancak kendilerine aitse sevebilen insanlarla inatlaştığı için, kendini ıssız karanlıklarla cezalandırmış çocuğu gördün kirpiklerimde. Olmayacak duayı olur kılıp amini bana bıraktın, başım döndü.
Bir insanın ismini, yaşantısını, alışkanlıklarını, huylarını bilmediği birini ilk görüşte, tüm çıplaklığıyla anlayabileceğimi anladım ben de. Ve sanki kaderim yeniden yazıldı.
Anladın ve tek bir şey sormadın. Bunun için teşekkür borçluyum sana. ima etmeden, yüzüme vurmadan yardım etmeye çalıştın yalnızca. Koşullarımı, benden önce rastladıklarından dolayı iyi biliyordun anlaşılan. Bırakmamın doğru olduğuna inandığın için olsa gerek dilimi bilen, benim ülkemden olan tüm arkadaşlarının yoluyla kalmamı istedin. Kalırsam bana iş, bana ev bulunacağını, bulacağını söylettin. Merak etmememi vurgulattın sık sık. Merak etmiyordum zaten. Hiç merak etmedim. Arkadaşlarıma benziyordun. Ben arkadaşlarıma güvenirim, o yüzden de kuşkuya düşmedim.
Düşündüğüm, aklımın takılıp kaldığı şey başkaydı. Sen, "Kalmalı" diyordun. Bense, "Dünyaya barışı nasıl getireceğiz?" diye soruyordum. "Kalmalısın," diye yanıtlıyordun yalnızca. İçimin kuşlarını ayaklandırdın.
Belki kalmak isterdim ama, kalamazdım... Doğruydu endişeliydim, ürkütülmüştüm, korkuluydum şimdi daha çok korkuluyum ama, olmazdı işte. Kalamazdım. Büyüdüğüm evler, elma çaldığım bahçeler, oynadığım sokaklar, konuştuğum ağaçlar, kavgalarım, okullarım, gecekondular, yollar... Yüksel Caddesi'nde 8 Martları kutlama uğraşılarımıza tanıklık eden heykel, bir kadeh içip şiirden sarhoş olduğumuz akşamlar, babaannemin yayık küpü, köydeki evin kiler kokusu, eski mahalle kuytuluklarına gizlenmiş tarihi konaklar, annemin masalları, aktarlar, sahaflar, el kulakla yanağa yaslanarak çekilen uzun havalar, anneannem ve tespihi, uçsuz bucaksız yolları uykusuz bekleyen çeşmeler, çığırtkanlı pazar yerleri... Ben biraz da bunların toplamıyım. Kendimi nasıl bırakabilirdim?
Sana göre, hazır gelmişken kalmalıydım. Sonra çok zor olabilirdi ellerinden almak beni. Toz duman arasında ulaşmak olanaksızlaşabilirdi. Belki haber bile alınamazdı bir daha...
Biliyorum, dışarıdan durum çok zorlu görünüyordu. Gerçekten de zordu. Hala zor. Gün geçtikçe kötüleşebilir. Ama dayanabilirim gibi geliyor bana. Belki bir ay, bir gün, bir saat sonra dayanamayacağım. Elimde değil, o saati bile burada geçirmek istiyorum, Aklım kalmasın geride. "Keşke" duygusunu yaşamayayım. Belki kalmadığını için, "Keşke" diyeceğim. Pişmanlık hissedeceğim... Bilmiyorum.. Ama bırakamıyorum. Elimde değil. Bırakamıyorum, bırakamazdım. Yarına olan ihtiyacını, inancını nasıl bırakır bir insan? Umudu bırakır mı? Bırakamazdım.
Sizin özgürlüğünüz, bizimkinden çok. Çarpıyor insanı ilk başta. Çocuklarını kurtlar kapmıyor. Anneler yitik yavrularını aramıyorlar. Ama ben biraz daha fazlasını değil, eksiksiz ve yanılgısız olanını tüm insanlarla birlikte yaşamak istiyorum. Dünyada barış olmazsa kalbimde, kalbimde olmazsa dünyada ve burada olamayacağını iyi biliyorum. Tek başına, başkalarına rağmen yaşanabilecek bir şey değil ki benim kalbimdeki özgürlük. Kendine tapan, kendini ayıran değil, kendiyle birlikte başkalarını da seven bir özgürlük benimkisi.
Barışı nasıl oluşturacağız, insanlar kendileriyle bu denli kavgalı, bu denli küskünken? Yaşadıklarımıza bu denli tıkalıyken kulaklarımız? Acımasızken bu denli? Hayata kendimizi nasıl bağışlayacağız?.. Soyu tükenen hangi canlıdan özür dileme şansımız var, annelerin ak sütü bile kirlenirken? Sokakta ölen hangi çocuktan, şiddet kurbanı kadından, mimarisi yok edilen topluluklardan, hangisinden özür dileme şansımız var?
Hepimiz suçlusuyuz bu halin. Savaş suçlusuyuz. Açlık suçlusuyuz biz. Yanlışlıklarımızın suçlusuyuz. Ben en çok bunlardan korkuyordum. Bir türlü konuşulmayan ortak utanç ve suskunluğumuzdan.
Memleketimin şarkılarıyla söylemeye çalıştım tüm bunları sana. Kalmamı kabul etmedin, teşekkürlerimi de... Kayıp bir geleceğe barış düşleriyle yürüyen kör bir romantik miydim? Kimseye, "Kal," demediğinin farkında olmayan bir şımarık çocuk mu? Yoksa yaşanmamış bir öyküyü mü oynamıştı sana yüzüm?
Tek doğru yanıtı orada kalmam olan bir soruyla beni nasıl sınayabildin?Beni kendine yabancıladın.
Ayrı ülkelerdendik, anadillerimiz ayrıydı, inançlarımız benzemiyordu birbirine ama bizden tanıdık kim vardı bu dünyada? Senle ben mi yabancıydık birbirimize? Bunu kendinle bana nasıl yaptın? Biz ki vahşi atların koşuşundaki dizginlenemez ruhtuk, çiçeklerine çiğ düşmüş bir ilkbahar sabahı, akşamın kızıllığına koşan martıların dansı, çocuk şarkılarının içindeki umuttuk. Bizi kendine yasakladın... Yoksa en korktuğun şey kalbin miydi? Tüm ömrünce ondan nasıl koruyabileceksin kendini? Kalplerimizin ne suçu vardı ki kalbini yabancıladın?... Avucunda hayatın büyüsünü gizlemekten niye çekindin?... Yüreğim gagalandı. çırpınıp duruyorlar işte içimde.
Anla beni. Bir insanın bir insanı anladığı gibi anla. Bütün suç o radyo istasyonunda. Ne vardı günün ortasında Lily Marlen'i çalacak? Üstelik de Marlen Dietrich'ten. Birden bir telefon kulübesinde seni ararken buldum kendimi. Şu kuşlara bir söylesen de uçsalar artık. Kalplerimizin ayrı attığını anlasınlar...,Beni hatırladın mı?Ben Mavi...
Kalbim! Kanama artık bu aşk için.x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder