Cem Aksakal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cem Aksakal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2011 Pazartesi

GÜNEŞİ VE MAHSUN'U GÖRDÜM

Pazartesi, Mayıs 4, 2009


Sevdiğim Yılmaz Güney'in, en sevdiğim filmiydi belki "Sürü",
Tarık Akan , Melike Demirağ, Tuncel Kurtiz ve nice değerli oyuncunun yer aldığı "Sürü".
İşte o filmde, insana en çok koyan sahnelerden biri - sürü ile Ankara'ya girmeleri ve son sahne dahil - bir tren yolculuğuydu.
"Güneşi Gördüm" filmi de; böyle bir sahneyle açılıyor gözlerimizin, yüreklerimizin önüne.
Bir tren yolculuğu.
Bir ailenin yolculuğu, genç gelinlerin hasta, çocukların umutlu halleri.
Biraz mahzun, biraz garip, biraz çaresiz çokça insan çokça yanlız.
Biz şehirli, karnı tok sırtı pek, sinemaya da gidebilen, biraz da okumuş insanlara; bir sınır köyünden, kara trenle yapılan yolculuğu anlatsa da, yüzümüze vurduğu; bizim yalnızlığımız, bizim çaresizliğimiz, bizim kendimizden kaçışımız ve kendimize yabancılaşmamız.
Hem kendimize hem aynı coğrafyada, belki aynı şehirde hatta sokakta yaşayanlara yabancılığımız. Akrabalarımıza, arkadaşlarımıza yabancılaşmızlığımız.
Müzik bile , aynı sahne üzerine bindirilmese de - o kadarını anımsayamıyorum- Zülfü Livaneli'nin Sürü filminde kullanılan "Gök yüzünde yer yüzünde" diye başlayan, "Sürgün" adlı bestesidir. Ya da benzerdir. Ama filmin tüm müzikleri muhteşemdir.
Bağır Mahsun, bağırılacak zamandır.

"Güneşi Gördüm"; bir çok hayatı bir hayat üzerinden anlatıyor. Bu bazen, bu kadarı da olmaz noktasına getiriyor insanı. Oysa anlatılanların gerçek olduğunu hepimiz biliyoruz. Bilmezden gelsek de, biliyoruz. Her biri ayrı film olabilecek belki üç belki beş ciddi öykü var filmin içinde. Ve bunu, bir insanın bir ailenin, Altun ailesinin üzerinden anlatıyor. Mahsun'un vakti yok. Beş öyküye beş film yapacak vakti yok. Derdini beş ayrı filmle insanlara anlatmaya zamanı yok, sabrı yok. O koşmalı.
Koş Mahsun, koşulacak zamandır.

Bütün oyuncular muhteşem. Filme inanmışlar bir kere. Mahsun'a güvenmişler.
Adnan Erkekli ve Demet Evgar'da şive biraz fazla vurgulu. Anlıyoruz ki oyuncuların da bütün yürekten asılmalarına karşın zamanları olmamış. Diğerleriyle birlikte bu iki dev oyuncu şivenin bu denli sert olmadığını anlayacak kadar sınırda kalamamışlar. Keşke kalabilselerdi. kalsalardı da oyunculuklarıyla birlikte tüm içtenliklerini ve sahiciliklerini de yitirmiş oyuncular oyuncu görseydi. Hele gençler, hele orta yaş kuşak oyuncular. Adlarını yazmamak olamaz; Ali Sürmeli, Ali Tutal, Cem Aksakal, Alper Kul, Altan Erkekli, Cezmi Baskın, Cihat Tamer, Demet Evgar, Emre Kınay, Erol Günaydın, Hande Subaşı, Itır Esen, Kamil Sönmez, Menderes Samancılar, Murat Ünalmış, Nurseli İdiz, Sarp Apak, Şerif Sezer, Yiğit Özşener ve Zafer Ergin. Tüm oyuncularda bir büyük filmin içinde olduklarının heyecanını hissetmek mümkün. Ve Mahsun'un anlattığı hikayeye inanç.
Anlat Mahsun anlatılacak zamandır.

Filmdeki bazı sahneler çok klişe. Bebeğin güneşe uzatılması, yürüyebilen gencin anneye koşması gibi bir çok sahnede çok fazla klişe ve drama var. İşin kötü yanı, bu klişeler, filmi bize anlatan Mahsun'un çocuksu masumluğu ile birleşince seyirciyi rahatsız etmiyor. Aksine cesur bir yürekle olunca izleyeni de masumlaştırıyor.


Ama gönül ister ve düşler ki; Mahsun bir filminde Fatih Akın ile, bir filminde Ferzan Özpetek ile, bir filminde Nuri Bilge Ceylan ile çalışsın. Hatta o kadar zaman yoksa, onların çektiği süreçleri gidip izlesin. tecrube basamaklarını çabuk çabuk atlasın. Onlarla sinema yapsın, konuşsun, tartışsın. Etkilensin etkilesin.
Çalış Mahsun çalışılacak zamandır.
İşte o zaman öyle bir yönetmen gelir ki, kim tutar onu.
Yolun açık olsun delikanlı.
Güzel nice filmlerini bekliyoruz.