Mevlevi Tekkesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mevlevi Tekkesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2012 Pazartesi

ANTEP Tahmis Kahvesi


TAHMİS KAHVESİ
(GEL, GEL, NE OLURSAN OL, YİNE GEL)

Hatay'dan Antep'e geliyoruz.
Sabah, kahvaltıdan sonra, ver elini Uzunçarşı.
Hazır Gaziantep'e gelmişken, Mehmet Amca'yı bulabilir miyim acaba?
Bu değerli insanı çocuklara tanıtmak ve ondan, bir çocukluk anısı dinlemek istiyorum.
Yolda bir trafik polisine soruyorum, o da, Tekke Camisi civarını söylüyor. Biz de zaten o yana gidiyormuşuz.
Uzun Çarşıyı dolaşıyoruz. Alış veriş yapıyoruz biraz. Sonra da bir çay içmeye Tahmis Kahvesine giriyoruz.
Sonuçta tarihi bir kahvede bir çay içilecek.
Yok öyle olmuyor.
Burası başka bir şey.
Harabeleri, kahveleri, sahafları, esnaf lokantalarını, bit pazarlarını, aktarları, bakırcıları, yemenicileri, eski çarşıları, burçları, dar sokakları, arnavut kaldırımlı yolları, artık ziyaretcisi kalmamış ziyaretleri, incir dikili ocakları dolaşmayı seven biri olarak başka, bambaşka bir mekana girdiğimizi fark ediyorum.
Kahvelerin, meyhanelerin; ipsiz sapsız, işsiz güçsüz adamların yeriymiş gibi gösterilerek kriminalize edilmeye, toplumdan itilmeye, soyutlanmaya çalışıldığı bu garip zamanda, bütün
KABULÜ ile kollarını sonuna kadar açmış İNSANI bekleyen IŞIKLAR içinde bir mekan.
Tarihi ve mimari bilgilerinin ayrıntılarına internetten ulaşılabileceği için çok girmeyeceğim bu mekan; dört yüz yıl önce Antep Mevlevihanesine gelir getirmesi için yapılan dükkanlardan biri.
Bir kadim geleneği, tek başına yaşatıyor.
Bugün hangi yapı, Mevlana'nın bu felsefesini bu kadar sadık uygulayabiliyor?
"Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol, yine gel,
Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da, yine gel."

Biraz soruşturmaya çalışıyorum. Kahvenin işletmecisi Bahattin Dedekurt, ne ararsak, biz daha sormadan getirip veriyor.
Bahattin Amca, bize kahveyi anlatıyor, kahveyle ilgili kitapları, dergilerde basılan yazıları, fotoğrafları gösteriyor.
İnceliyorum da inceliyorum. Bakmaya, okumaya, dinlemeye doyamıyorum.

Tam o aralar, fotoğraf sanatçıları geliyor. Bizim arkamızdaki masaya oturmuşlar.
Bizim gibi turist değil onlar. Ellerinde analog makinaları , objektifleri, bilmem ne kadar gelişmiş makinalarının vizöründen bilgiyle, bilinçle, ışıkla, gölgeyle, açıyla bakıyorlar.
Bahattin Amca'nın habire getirip getirip masamıza bırakıp gittiği materyallerden biri de
belki yeni çekilmiş, belki yeni çerçevelenmiş bir fotoğraf.
Bildiğimden değil ama, ışığın böylesine cömert yayılmasını istemiş bir mimarı bugün bile anlayan bir anlayışla çekilmiş bir fotoğraf.
Işıklar içinde bir bina, ışıklar içinde insanlık, ışıklar içinde bir hayat.
Bizim çektiklerimiz bu ışığı yakalayamıyor.
Bahattin Amca arkadaki masadan bir beyi işaret ediyor. Fotoğrafın sanatçısı.
Kızıyla ve arkadaşlarıyla gelmişler. Antepli olduğunu öğrenince Mehmet Amca'yı soruyorum. Hem tanıyormuş hem de telefonu varmış. İnanamıyorum.
Meğer Mehmet Amca'nın da çok değer verdiği bir insanmış ki, telefon konuşması üzerine kendisine ulaşabiliyoruz ve bir randevu alabiliyoruz. Mekan büyüsünü burada da gösteriyor. İnsani bir yardım geliyor. Aradığıma ulaşıyorum.

Kahvenin sakinleri; dizilerde, filmlerde oynamaya, fotoğraflarının çekilmesine o kadar alışkınlar ki, fotoğraf sanatçılarıyla aralarında çok dengeli bir iletişim gözlemliyorum.
Burada insan insan. Bir sanat dalının nesnesi değiller. Kahvenin tiryakileri; sakin, vakur ama aynı zamanda alçak gönüllü bir duruş içinde, oyunsa oyun, sohbetse sohbetlerini sürdürüyorlar. Aktör olduklarının farkındalar. Ama hayatın içinde, hiçbir şeyin olmadığı gibi, aktörlüğün de sökmeyeceğini fark etmiş insanlar. Hepsi birer yeni zaman dervişi.

Kahveyi üç kuşaktır Dedekurt ailesi işletiyor.
Bahattin Dedekurt size, içinde yaşadığı bir güzel insanlık masalını anlatıyor.
Bu masal sizi de içine alıyor. Sarıyor, sarmalıyor.

Bu mekanlar bana insanlığın ana rahmiymiş gibi gelir.
Bazen koşa koşa gidip sığındığım.
Çokça bunalıp oradan da kaçtığım, uzaklaştığım, yorulduğum mekanlar.
Masum bebeklerden; bir katil değil de bir vicdan çıkarabilen hayat okulları.
Bu nedenledir ki aileler çocuklarıyla gelip oturabiliyorlar. Koca sobanın çevresinde ellerinde kekik çayları ile tahta sandalyelere sıralanıyor çocuklar. İşe tembel ve kötü niyetli işgüzarları hemen uyaralım ki, burası bir metropol pastanesinde çok daha uygun çocuklar için. Dedeleri, öğretmenleri, komşuları, ana babaları yanlarında. Mekanın yüksek tavanı ve asma katı nedeniyle gürültünün dumanın çok az hissedildiği bir atmosferi var.
Kimyasallarla kirletilmiş hijyenik bir görüntüye inat, numara yapmayan, kendi temizlik anlayışı ile sürüyor buradaki yaşam.

Bu kahvede Karagöz- Hacıvat oynatılırmış. Toplantılar yapılırmış. Halk hikayeleri anlatılır, siyasi sohbetler edilirmiş.

Biz müzisyenlere rastladık. Akşamüstüydü. Gitmek zorundaydık.

Tahmis 2009 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilecekmiş.
Umarım havası, büyüsü, masalı, ışığı bozulmaz.
Umarım.

Umarım