derviş toprağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
derviş toprağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
18 Nisan 2025 Cuma
Kerametli Topraklardan
Kırk yıllık arkadaşlıktan, ŞD'den.
Ay Dilbere Romanı üzerine bir yazı.
Kerametli Topraklarda,
Kerametli Sularda Geçen Bir Roman: Ay Dilbere
“Uykuyla uyanıklık arasındaydı. İnmiş gözkapaklarının arasından, uzaklarda bir yer beliriyordu hayal meyal. Baktığı yerde bir kız çocuğu duruyordu. Kendisi gibiydi. Kendi çocukluğu. Bin bir renkte çiçekle donanmış, bin bir renkte kelebeklerin bulut halinde, çevresinde, şilanlardan bir çember gibi usulca dans ettiği, havanın, suyun toprağın güzel koktuğu dağlarda neşeyle, güzel giysileriyle koşup oynuyordu. Aynı gün batımı ışığı altındaydı. Koştu, oynadı, coştu, yoruldu. Durdu. Duruldu. Neşesi uçup gitti birden. Bedeni susuz kalmış bir çiçek gibi soldu. Boynu bükülüverdi. Sesini duyuyordu annesinin uzaktan. Canlandı. Annesi ona sesleniyor, ona doğru geliyordu. “
Yukarıdaki metni, Güven Tunç’un “Ay Dilbere(*)” adlı kitabından, Çariçe nam-ı diğer İpek Hanımın ağzından yazılan “Başşehir’de bir akşamüstü” bölümünden aldım.
Yazar Tunç son kitabında, her yeri dağ, her yeri uçurum, her yeri su olan; derin uçurumların, karanlık vadilerin, geniş çayırların ve yüksek yaylaların arasından ve yarların dibinden akan çayların, derelerin, pınarların kısacası bereketiyle büyük, cüssesiyle küçük aceleci suların diyarından; “Jar u Diyar”dan, “Dersim”den –adeta- bir masal anlatıyor bize; “Haldir! Haldir! Halimiz yamandır” diyerek.
“Bak unutuyorsun her şeyi artık. Bak bize suları unutturuyorlar.”
Acının, kanırt(ıl)maların, -zorla- kopar(t)ılmaların, ayrı bırak(ıl)maların yaşandığı; yüreklerde açılan yaralardaki cerahatin durmaksızın aktığı, göçlerin, ölümlerin, kıyım(lar)ın olduğu; unut(tur)ulma ve sus(turul)maların diyarı olan bu coğrafyada doğan Çariçe (İpek) ve Hesen adlı iki(z) kardeş, romanın kahramanları. Birbirinden ayrı düş(ürül)müş bu kardeşler. Çariçe başşehir’de bir aileye evlat edindirilmiş çocukken; mecburiyetten, hastalıktan. Okutulmuş, öğretmen olmuş. Yaşı –epeyce- kemale erdiğinde yaşamını huzurevinde sürdürmeyi tercih eden, suskun –ahh, bir konuşabilse- , -Hesen’e de- küskün bir kadın. Ama…
“Eli elimde olsun, kapı kapı dilenek”
Harde Dewres’te kalmış, Hesen. Bacısı tek bir acı yaşarken Hesen; aç, acılı, çaresiz, (u)mutsuz, ıssız zamanlar geçirmiş. Zerife’si her dem yanında olsa da. Çocuklarından torunları olmuş. Kocamışlar birlikte ama... İşte bu “ama” kahretmiş, onu hep.
Kuzey yarım kürede bahar gündönümünde, Mart dokuzunda başlayan AY DİLBERE” romanı, kış gündönümünde Aralık yirmi birde bitiyor. Bu süreçte “April 5’i”, “Ülker Doğumu Fırtınası”, “Kızıl Erik”, “Turna Geçimi” ve “Koç Katımı” Fırtınaları yaşanıyor, “Hızır Günleri” başlayıp bitiyor, “Kiraz Bolluğu Zamanı” yaşanıyor, “Ayam Buhur Günleri” başlayıp bitiyor, bağlar bozuluyorken iki farklı coğrafyada yaşamını sürdüren iki(z) kardeşin hayatında da mevsimler değişiyor, ama… Dünya uykusuna yatmadan önce bacısının eli elinde olsun diye, kapı kapı dilenmeye razı olan Hesen bu süreçte tek bir şey istiyor, ama... Roman ağırlıklı olarak bu “ama” üzerine kurgulanmış.
Kitaptan…
“Ah benim bacım! Yalnız, kimsesiz kalacaksın? Bunu kendine yapacaksın? Cigeram! Ah cigeram! Sevdadır bu dünyanın özü. Sevdadır, candır, cigerdir, muhabbet edecek dosttur, yoldaştır. Onlar olmazsa ben ne yapayım hayatı? İnsan özüne sevgisiz yaşayabilir? Serpilir yetişir? Bir gönül; sevgiyle adanmışsa eğer, kıymetlidir. Sevgisiz adanırsa, nereye akacağı belirsiz bir sel… Cigeram, bilir misin kio kadar ayrıdır birbirinden. Biri barışa götürürken biri zulme geçit verir. Ruh da, beden de sevgiyle akar canem. Bütün kainat sevgiyle döner.” demiş her dem, Hesen. İçinden, dışından -sessizce- haykırmış, bacısına: “Derviş Toprağı da seni sevgiyle bekliyor. Gel artık…”
Üretken bir yazar Güven Tunç. Son romanı “ayaz”a dair. Okuyup bitirdiğinizde -bir şekilde- gözlerinizin gökyüzü laciverti ile yeryüzünün buz beyazı parlaklığının sizi teslim olacak ve üzerinize ‘karanfilli elma’ kokusu sinecek.
Tunç, son kitabı “Ay Dilbere” ile okurunu “Bir tek Leyl ü Nehar’da oluşan o rengarenk dönüşüme” davet ediyor.
Güven Tunç Kimdir?
1958 doğumlu. Sosyal Hizmetler Akademisi'ni 1980’de bitirdi. Sosyal Hizmet Uzmanı. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünde çalıştı. Emekli.
ESERLERİ:
Gökyüzünü Arayan Mavi. Alan Yayınevi. 1992,
Şehrin Zulası: Ankara Kalesi. (yazarlarından biri) İletişim Yayınevi, 2005
Elim Sende. Akademi Matbaası. 2009
Bir Aşk, Bir Hayat, Bir Şehir. Dipnot Yayınevi.2011
Sen Çok Yaşa Babaanne. Ürün Yayınları.2013.
Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı. Ürün Yayınları. 2019
Ay Dilbere. KKM Yayınları. 2024.
(*)Kitap adını Ay Dilberé şarkısından almıştır. Şarkının sözleri Kürt yazar Feqiyê Teyran‘a, müziği ise Aram Tigran‘a aittir.
4 Ağustos 2013 Pazar
Ciğer yangınlanları ile yazılıyor tarih
Şimdi tüm Akdeniz'de eyyam-ı bahur başladı.
Bir de Lavent var tabii ki...
Çevremiz, önümüz aramız, sağımız solumuz korkunç bir yangınla sarıldı ya
birileri bu yangınla çaresizce mücadele ediyor da
birileri de bu mücadele edenleri uzaktan izliyor ya...
Aslında onlar da yanıyor...
O hiç bir şey yokmuş gibi izleyenler de yanıyor.
Ama farkında değiller...
Sonuç sadece ekosistem olduğu için değil
Yangının yerine,
zulüm,
şiddet,
kötülük,
savaş
sözcüklerini koyduğumuzda da durum değişmiyor.
Birileri zulme uğruyorsa,
izleyenler de zulüm altında kalıyor aslında,
ama çoğunluğu farkında olmuyor.
Büyük zulüm kendine yapılan zulmü bakılıyor, gizliyor.
Zulmü yapanların da sığınağı oluyor bu farkında olamama hali.
Bunu çok iyi kullanıyor zulüm aygıtı.
Bir kısım ise zulme uğrayanların karşıtı yapılmış zaten.
Ve olan oluyor...
Zulme uğrayanların karşıtı olarak bu süreç, memnuniyetle izlese bile aynı kitle farklı alanlarda ama mutlaka zulüm altında oluyor.
Zulme uğrayandan çok daha "zavallı" bir durumda, olanları izliyor.
Aymazlık içinde çünkü.
Ne kadar nemalansa ya da ezse de karşıt dedikler kadar
hayatlarında bir anlam bir bereket bir esenlik olmuyor.
Çürüyor çünkü.
"öteki" ezik" "fakir" "itibarsız" "değersiz" diye gördüğünün, kendinden çok daha onurlu ve diri olduğunu göremiyor.
Zulüm aygıtınca manipüle edilmekten İnsanlığını kaybediyor.
Hortlağa dönüşüyor.
İki dünyaya da sığmayan
bir
hortlağa...
Bu aymazlığını kuşaktan kuşağa aktardığından da, insanlık bu kadar zavallı duruma düşüyor.
Ve sınıfsal tarih de böyle yazılıyor galiba...
Tarihimiz böyle oluşuyor.
Ciğerlerimiz yana yana...
Ey insanlık silkin artık. Öteki beriki yok. Hepsi sensin.
*Yazarken kendim için bazen böyle çözümlemelerde bulunurum. Bu yüz kısa notlar benim romanı otutturduğum kavramsal çerçeveyi oluşturur.
"Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı'" yı böyle yazdım. Şimdi yazdığımı da böyle yazıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)