6 Ekim 2022 Perşembe

Ali Erkan Güneri'den Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı Romanı Üzerine 1

VERVERAN’DA BİR HÜZZAM ŞARKI–GÜVEN TUNÇ “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı”, Güven Tunç’un 2019 Ağustos’unda Ürün Yayınları tarafından yayımlanmış 361 sayfalık romanı. Güven Tunç romanını “derelerin ve kadınların onuruna” adamış, ben de onur duydum onun bu davranışı ve bu romanından. Okuma boyunca acılara tutunmuş, acılara ve yaşama direnen saygın kadınların tedirginliğini yaşadım. Sularından içtiğim, akışını izlediğim derelerin, nehirlerin coşkusunu gördüm. Bu coşkun ırmakların, kadınların yaşadığı, dolandığı coğrafyadaki tedirginliklerini yaşadım. Romanın geçtiği kurgusal coğrafyada yaşananları bu kadar naif, bu kadar zarif işleyen Güven Tunç’u içtenlikle kutluyorum. Konuyu, yaşananları şarkılarla, türkülerle besleyen, ören yazar; ne denli iç içe girdiğimizi, hiç kimseyi kırmadan, ayırmadan, ötekileştirmeden, ajite etmeden işlemiş. Aynı duyguları paylaşmanın hüznü ile romanı ağır ağır, her elime alışta biraz daha geriye giderek okudum; hiç bitmesin istedim. Ve bitmedi, içimde devam ediyor. Derelerin şırıltısını içimde duyarak, hissederek okuduğum “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı”; şarkıların, türkülerin o ince duygularıyla örülmüş. Okudukça, içine girdikçe insanı kendine çekiyor; alıp götürüyor. Öyle bir bütünleşmiş, öyle bir iç içe girmiş ki her şey; hiçbir önemi kalmıyor o kimdi, bu kimdi… İsimlerimiz Müjgan’ı, Meftune’si, Adran’ı, Tamar bacısı, Enne Hatun’u, Leon amca, Sara, Elmas, Meryem’den Maro, Sara’dan Selvinaz, Samuel’den Samo, Rabia, Pambuk anlatmak istediğim duyguyu ne güzel yansıtıyor! Romanı okurken şarkılar/türküler beni şiirlere yönlendirdi. Sık sıkAhmet Kutsi Tecer’in “Orda bir köy var uzakta/ O köy bizim köyümüzdür” dizeleriyle Cahit Külebi’nin “Benim doğduğum köyleri/Akşamları eşkıyalar basardı” dizeleri dilime dolandı durdu. Elbette bu çağrışımlarda Güven Tunç’un şiirsel betimlemeleri başroldeydi. İşte bir bölümü okurken dillenen bir şiirden dizeler Yüce dağların doruğundan, Yamaçlardaki kaynaklardan Göllerden Püfür püfür esen rüzgâr Eteklerindeki çiçeklerden aldığı Temiz ve güzel havayı Sırtlayıp ovaya taşımaktaydı Mis gibi bir akşamüstüydü Öyle bir buğu çökmüştü ki toprağın üstüne Koca ova parlıyordu sanki Üzerine altın tozu dökülmüşçesine Giden güneşe nispet yapar gibi Alları moruna karışarak desem de inanmayın. Romanı okuyanlar fark edecektir, bu şiir kimsenin değil, zaten şiir değil;bir bölümün girişi. Güven Tunç’un kaleminden çıkan şiirsel betimlemeleri alt alta yazınca böyle oldu.Oysa Güven Tunç şöyle yazmıştı: “Püfür püfür esen rüzgâr, yüce dağların doruklarındaki göllerden, yamaçlarındaki kaynaklardan, eteklerindeki çiçeklerden aldığı tüm temiz ve güzel havayı sırtlayıp ovaya taşımaktaydı. Mis gibi bir akşamüstüydü. Öyle bir buğu çökmüştü ki toprağın üstüne, kocaman ova sanki altın tozu dökülmüş gibi parlıyor, alları moruna karışarak giden güneşe nispet yapıyordu.” Haksız mıyım? Birçok yerde böyle alıp götürüyor insanı. “Güneş, en derin köşesine kadar ışığa boğarak seriyordu kendisini tüm yöreye” , “sanki o göl sularının üstünü süt buğusu kaplamış. Sanki sular kaymaklanmış” gibi benzer örnekleri sıralayabilirim. Ama o zevki biraz da okura bırakayım. Yine bir başka örnek: “… Hayat artık kocaman bir iç sıkıntısı. Bir yenilmişliğin bir kırıklığın acısıydı. Bir görevler silsilesi, bir yapılacaklar listesiydi.” Müjgan’ın bu değerlendirmesinde günümüz yaşamına da güzel bir gönderme var. Nasıl sıradanlaştık böyle? “Çocuklarla birlikte kendi çocukluğunun sesini duyuyordu.” Bu da Adran’ı çocukluğunun acılarıyla yüzleştiriyor, “Büyük kötülük uyandı, cehennem ateşi harlandı…” Çektiklerini anımsayarak nenelerini, dedelerini korumayan Tanrı’ya sitem edip bari çocukları koru diyor. Ya Müjgan? O da amcasının korkuları dışında “Yaşamadığı bir geçmişle karşılaşmaktan korkuyordu, eskilerin peşine düşmekten korkuyordu.”. Eğer düşerse yeni hayattan iyice kopacağını düşünüyordu. Yine de kendisini alamıyor, arıyor ama bulamıyordu. Gürül gürül akan sular yoktu artık, HES’ler alıp götürmüştü onları.“Sesi kesilmiş, gücü zincirlenmiş, kıstırılmıştı…İçi ezildi.”, bu durumu kendisine benzetti. Bir de “olur da bağlanırım” korkusu yaşıyordu Müjgan, bence bağları hiç kopmamıştı ki! Ve Fırat koyuyor noktayı: “… Dünyadaki her yer, her insan, her kadın, her çocuk, her çay, her dere, her canlı kötülüğün doğrudan hedefinde artık.” Türkülerimiz ve şarkılarımızın derleyeni/yöresi/şairi/ozanı ile ilgili bilgileri ayrıntılı biçimde yer alıyor romanın sonunda. Ancak özellikle belirtmek isterim ki her yörede farklı isimlerle anılan objeler, yemekler vb. de var romanda. Bunlarla ilgili bir sözlük yer alabilirdi kitabın sonunda. Biraz çokça kullanılması çok güzel açıklanmıştı. Adran’ın annesinden, babasından öğrendiği her sözcüğü kullanmaya devam ederek onlardan hiç ayrılmamış, yaşam kaynağından koparılmamış olması güzel bir olgu ama “kurgusal” coğrafyanın dilindeki özellikli sözcükleri herkes bilemeyebilir; yaşaması için ufak bir sözlük gerekirdi diye düşünüyorum. Bir başka konu da “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı” içerisinde birkaç kuşaktan geçtik. Her kuşakta çok isim vardı, yukarıda bir başka nedenle andığım isimleri bir “soyağacı” üzerinde görebilseydik daha rahat çözümleyebilirdik. O zaman bir gerçekçi hava çıksa da altına “kurgusal” olduğu bilgisi eklenebilir. Yazarın kendisi için böyle bir soyağacı yaptığı ve bundan yararlandığını da düşünmekteyim. Bahsettiğim bu iki konunun örnekleri de var edebiyatımızda. Anı ve tanıklık içeren kitaplarda sözlükler bulunmakta, aileler fotoğraflarla gösterilmektedir. Oya Baydar’ın “Yolun Sonundaki Ev” adlı eserinde örneğin; evde yaşayanlar kat kat, daire daire listelenmiş; okur istediği zaman bu kimdi diye dönüp bakabilme lüksüne sahipti. Gerçi Ververan’da da kişileri buldukça mutlu olmak da ayrı bir keyif veriyor ve sürpriz oluyordu ama böyle bir soyağacının bulunması okura kolaylık olurdu. Kaptırdım gidiyorum ben de Müjgan gibi. “Çocukluğuna gitmiş bir türlü dönemiyordu.”, ben de dönemiyorum Güven Tunç’un “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı”sından. Hayal’in umudu doğurdu bence, umudu da yaşatacağız. Eline, yüreğine sağlık diyorum. Ve tabii Cahit Irgat’la bitiriyorum. KORKUYORUM Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert Korkuyorum. Sen de kaçma bu şehirden Yalnız bırakma beni, Gökler bile değişiyor lahzada. Ardından geliyor bak Güneşiyle, bulutuyla gökyüzü Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü. Sen de kaçma bu şehirden Yalnız bırakma beni, Ben fakir bir sahilin Kahır yüklü çocuğu, Korkuyorum. Cahit Irgat "İstanbul'la Oynuyorum" kitabının yazarı Ali Erkan Güneri'den, "Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı" Romanı Üzerine...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder