Sami Hazinses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sami Hazinses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2011 Pazartesi

BİR HAZİN VEDA ŞARKISI...

Onların gençliğinde geniş aileler, akrabalar, arkadaşlar ve mahallelilik gibi olağan ilişkiler vardı. İçtenlik, dürüstlük, dostluk sıradan insan davranışlarıydı. Yadırganmaz ya da sözcük olarak, sürekli vurgu yapılarak içleri boşaltılmazdı. Egemen insan iletişim biçiminin yüzyüze olduğu zamanlardı. Hasret çekenler için mektup, doğum ve ölüm gibi acil durumlar için telgraf, modernliğin göstergesi olarak da yaldızlı tebrik kartları kullanılırdı en fazla.


Bir de gizli sevdalar için, komşu kızlarının aracılık ettiği pusulalar.

Vefa, insan ilişkilerinde doğal bir değer olarak yaşanır, İstanbulluların bir semti olmasının dışında belki adı bile anılmazdı. Senet yoktu söz vardı.

Kavgada dahi yamuk yapmayan bir delikanlılık vardı. İnsanların birbiriyle hukuku vardı. Yaşam da gelecek de kaygı duyulabilecek konular olmaktan uzaktaydı. Kişisel serüvenini yaşama, tamamlama dışında kimsenin de öyle büyük maddi beklentisi olmazdı yaşamdan.

Onların gençliğinde başka bir dünya vardı. Bu nedenle çok hazırlıksız yakalandılar bu yüzyıla.

Herkesin bir şekilde kendini koruyabilme güçlüğü çektiği, böyle olunca da,çoğunun altta kalmamak için canavarlaşmayı seçtiği bu yüzyılda tutunabilme şansları ellerinden alındı. Yabancı bir dünyaya düşmeleri bir yana bir de artık yaşlıydılar. Ne verdikleri emeğin ne hayata kattıkları değerin, rengin, zenginliğin bir hükmü kalmıştı. Şöhretleri çalınmış, taçları başlarından alınmıştı. Perişanlık çekmesinler, sokakta kalmasınlar, gözönünde olmasınlar diye birer jübile yapılıp yaşlı bakımevlerine yerleştirildiler.

Bu yüzyılın değerleriyle sahip çıkıldılar. Kimi bir çok kez kaçtı ve bulunup geri getirildi. Kimi sustu ve bir daha konuşmadı. Kimi ziyaretçi bekledi günlerce pencere önlerinde, kimi ziyaretçi istemedi.

Küskün ve kırgın gitti çoğu.

Bakımevlerine gitmeyenler de öyle. Eviçlerine gizlenenler de oldu,Yeşilçam kahvelerinde rol bekleyenler de.O yaştan sonra kapı kapı dolaşıp kitabını, kitaplarını satmak durumunda kalanlar da. Biz, bu yüzyılın başında, kendimize de onlara da sahip çıkamadık.

Yaşamadığımız bir geçmişi özlemenin anlamı yok, gerek de olmamalı zaten.

Yeni ve insanca bir yaşam tanımlamalıyız. Kendimize de insan kardeşlerimize de sahip çıkmalıyız. Sosyal devleti yeniden diriltmeli ve insanileştirmeliyiz. Herkesi ama herkesi kucaklayan bir sosyal hizmet oluşturmalıyız.

Şimdi altmışlı, yetmişli, seksenli yaşlarında olan şairlerimiz, yazarlarımız, sinemacılarımız, tiyatrocularımız, müzisyenlerimiz, ressamlarımız, heykeltraşlarımız için, kamerası, kameramanı, kostümü, enstürimanı, paleti, şövalesi, sehpası, kitabı, daktilosu olan bir YAŞAMEVİ açabiliriz. Yatılı bölümü de olabilir bu evin, yemek odası da reviri de. İsteyen yatılı kalır isteyen kalmaz. İsteyen öğretmen olur burada, isteyen öğrenci. İsteyen hiç birine bulaşmaz, oyun oynar, bahçesine gül eker yaşamevinin. Bu insanlar katı kuralları sevmiyor, 'üçte gel, beşte git' denmez. 'Her gün burada kalacaksın, onbirde yatacaksın, şunu yiyeceksin' olmaz.

Rol bekliyorlarsa, sigara dumanına boğulmadan, bir çay parasını dert etmeden beklesinler.


İstiyorlarsa kendileri çeksinler filmlerini. Sinema öğrencileri de gelip kamera kullansınlar, montaj yapsınlar, ışıkcılık öğrensinler. Müzik, edebiyat, tiyatro öğrencileri için de böyle olabilir.

O zaman, hasta ziyareti, huzurevi ziyareti gibi suskunlukla olmaz geliş gidişler. Anılar saçılır ortalığa, deneyimler. Hep ayakta kalır bir heyecan. Umut tümüyle terketmemiş olur onları ve bizleri. Onları öyle gördükçe terketmez hiç umut bizleri. Temiz giyinilerek, süslenilerek gidilen bir yerde otururlar. Ve koşuşturmalarındandan fırsat yaratıp gelenlere zaman ayırırlar. Paylaşacak, konuşacak bir şey vardır artık.

O zaman, ister bir platonun tepesinden olsunlar, ister sahnenin ortasında, yalnız ve küskün ayrılmazlar aramızdan.

O zaman; mutlu, serüvenini dolu dolu tamamlamış, renkli ve özgür bir kuş gibi uçuverirler sonsuzluğa


Arkalarından yüreğimiz bu kadar burkulmaz.

ARALIK 2002