Trasul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Trasul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2021 Cuma

söyleşi, ververan'da bir hüzzam şarkı, gül parlak, yeni adana gazetesi

“İsterim ki kimse anadilinden uzak kalmasın.” 

 Gül Parlak, Güven Tunç ile Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı adlı kitabı üzerine söyleşti…

 Yazar Güven Tunç’a kanatlı kapıları açtırıp şehir şehir gezdiren duygu nedir? İyiliğin, güzelliğin saklandığı yerlere gitme arzusu mu? Ya da ne?

 Her nereye gitsem ardımdan gelir Ankara... Kötülük gibi iyilik ve güzelliğin de her yerde olduğuna inanırım. Bazen bir çıkmaza düşeriz ve gitmek, bize bir çözüm gibi gelir. 

Ankara'dan her bunaldığımda gitmek, tazelenmek isterim. Oysa Ankara'da benim çocukluk şehirlerimden biridir. Ankara'yı yazmak, Ankara'yı konuşmak çok sevdiğim şeylerdir. Ama söylediğim gibi bu bir türlü vazgeçemediğim şehirden bile bazen bunalırım, kendimi sıkıştırılmış hissederim. Belki şehrin hiç suçu yoktur yaşadıklarımıza... Ama biz yine de onu suçlarız. O yüzden ilk kez Ankara dışında bir şehri, birçok şehirden bir araya getirdiğim bir büyülü doğu şehrini, kötülüğe inat, sizin dediğiniz gibi, iyiliğin ve güzelliğin galip geleceği bir umutla yazdım. 

 Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı, Samo, Enne Hatun, Tamara Bacı, Zelo ve diğerlerinin yaşadıkları cennetten zorla çıkarılmalarının romanı sanki. Yerinden yurdundan edilenlerin, insanlığın bitmeyen çilesinin… 

Ne dersiniz? İnsanlığın bir türlü bitmeyen, gittikçe artan gittikçe yaygınlaşan gittikçe ağırlaşan çilesi...

 "Ya Rab! Günah işliyorum biliyorum. Beni bağışla. Sana yalan söyleyemem. Benim cennet diye bildiğim yer gerçekten burası. Bu Sulak, Sulak'ın can veren suyu, bu Gölöğü bu binbir yemişi bağ bu dere bu çocukken oğlak otardığım yazılar bu göbeğe gittiğim meşelik bu at koşturduğum yol bu Trasul bu Cırik bu Yılanlı Dağın ardında geyik kovaladığım Kayaarası... Rab'bim ne olur beni bağışla... Ben başka cennet istemem. Bu köy benim cennetim. Bin defa dünyaya gelsem bin defa burada yaşamak isterim... Ne olur beni duy! Beni bugün duy! " İşte böyle konuşuyor romanda, kahramanlarından biri olan Samo. 

 Romanı türküler eşliğinde okuyor gibiyiz. Malatya ve Erzincan yöresi ağırlıklı olmak üzere türkülerle uyuyup uyanıyor kahramanlar. Bu, Anadolu halkına, sanatına vefa, zarif bir selamdır diyebilir miyiz?

 Sevgili Gül, çok ince bir soru. Çok teşekkür ederim. Bir selam var mutlaka ama zarif bir selam oluşu sizin inceliğiniz. 

 Erzurum var daha çok. Sonra Urfa, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Sivas, Erzincan, Adana, Amasya, Adıyaman... 

 "Nerede bir türkü duysam şairliğimden utanırım" der Bedri Rahmi Eyüboğlu ustamız. 
Ben de nerede bir türkü duysam peşinden giderim. Çünkü türkülerin çok sevildiği çok söylendiği geniş ailelerden geliyorum. 

O türküleri yapan, yakan insanlara hayranlıkla ve ustam olarak bakmayı seviyorum. 

 Romanda dereler, bağlar, harman yeri tasvirleriyle kurulmuş bir masal dünyası var. Yazarın çocukluğu da bu dünyanın içinde bir yerde mi? 

 Yazları gidilen babaanne ziyaretleri ile sınırlı olsa da evet. Bir de doğaya düşkünlük. Gümüş pırıltıları, neşeli şırıltıları ile dereler, cömert toprak, bağlar, bahçeler... 


 Yaşar Kemal'e atfedilen bir anı vardır. Kitaplarında çok güzel anlattığı bir bölgeye giderler bir arkadaşıyla. Arkadaşı gördüğü yerleri kitapta anlatılana benzetmez hiç. Yaşar Kemal, sen bir de benim gözümle gör, minvalinde bir yanıt verir. 

 Belki oralar sadece bana o kadar güzel görünmüştür kim bilir? 

 Roman kahramanlarından Adran, başka bir ülkeye gitse bile, “Kediye, manık ya da pisik, bademe payam, ayakkabıya kelik” demekten vazgeçmiyor. Annesinden öğrendiği dili terk etmeye kıyamıyor. İnsan için dil, hayati ve hassas bir konu, öyle değil mi? 

 Dil insanın ana yurdundan biridir demek isterim. 

İsterim ki kimse anadilinden uzak kalmasın.

 Kaç dil bilirsek bilelim duygularımızı yine de en iyi ifade eden anadilimizdir gibi gelir bana. Geçmişimizle, annemizle, atalarımızla bağımızdır. Kimliğimizin parçasıdır.

 Romanda insanların, kentlerin değişimini izliyoruz. Üçüncü bölümde kahraman, çocukluğunun şehrine döndüğünde sarsılıyor. Ververan sanki…

 -Ververan ki hem de nasıl... Şehirleri bazen yıkarak, yakarak viran ediyoruz bazen kırk katlı konserve kutuları dikerek, kişiliksizleştirerek, ruhsuzlaştırarak, belleksizleştirerek... 

 "Bu şehir o şehir mi?" diye soruyor kendine roman kahramanlarından Müjgan, "Bu şehir o şehir mi?" 

 Çok geriye gitmeye gerek yok, yirmi yıl önce gördüğüm hangi şehre bir daha gitsem hep aynı duyguya kapılıyorum ben de hüzün ve kederle... 

 Roman, Nazım’ın, “İki şey var ölümle unutulur/Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü” dizelerini hatırlattı bana. Unutulmuyor değil mi? 

 Unutulmuyor. Yeni şehir anlayışı, şehirleri, birer çok katlı binalar toplamı olarak görüp eski hallerinin üzerinden dozerlerle geçmiş olsa da... Unutulmuyor... 
Belki de unutmamak için yazıyorum. 

 Güven Tunç’un pandemi sonrası’nda, plan, programında neler var? 

 Dünyanın gidişine insanlığın giderek ağırlaşan sorunlarının çözülememesinden, çocukların çektiklerinden, göçmenlerin başına gelenlerden, kadınların öldürülmesine, pandemiden, yoksulluktan, umutsuzluğa düşüp yazmaktan vaz geçiyorum bazen. 
Sonra umutsuzluğa ilaç olarak yazmayı deniyorum yeniden...

Bu da benim çıkmazım... Başladım bir romana. Romandaki umuttan heyecanlıyım bakalım. Biter umarım. İçinde yaşadığımız doğaya, konuştuğumuz dile, tarihimize gösterdiğiniz duyarlılıktan dolayı size teşekkür ediyorum. Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı, okuyucusunun kulağına ulaşsın dileklerimle. Duyarlılığınıza eşlik eden inceliğinize ben teşekkür ediyorum.