Yusuf Kurçenli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yusuf Kurçenli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2011 Pazartesi

İKİ FİLM İKİ YÖNETMEN VE SİNEMALARIMIZ

Başka ulustan olan veya uzun süredir yurt dışında yaşayan insanlarla, yaptığımız işleri konuştuğumda, hep şunu fark ederim ve onlara da, özenmeden, kıskançlık duymadan söylerim. Çünkü yaptığım şey, bir tespit bir saptamadır. 'Biz herhangi bir konuda odaklanmakta, uzmanlaşmakta güçlük çekiyoruz. Bizim bol zamanlarımız, ayıklayıp seçebileceğimiz konularımız yok.' Neyi bulursak, nelerden kendimizi koruyup, nelerden zaman ayırıp yönelebilirsek o kadarıyla işte. Şöyle bütünsel bulup da ağız tadıyla uğraşabileceğimiz tek bir alanımız yok. Alanlarımız var. Bir iş yapmaya kalktık mı, bütün cephelerde uğraşmamız gerekiyor. Sanatçısı için de, bilimcisi için de, teknokratı için de bu böyle. Karmaşık alanlardan, gücümüzün ötesinde bir çabayla, yorularak, yıpranarak birşeyler çıkarmaya çabalarız. O yüzden kırgın ve küskünüzdür hayata. Buna karşın idealistizdir. Ayrıntıcılığımız bile toptancıdır biraz.

Geçen hafta gittiğim iki filmi de işte bu duygularımla izledim. Biri Yusuf Kurçenli'nin 'Gönderilmemiş Mektuplar', ikincisi Ziya Öztan'ın 'Abdülhamit Düşerken' filmi. İki yönetmen de inandıklarını çekmişlerdi. Doğrusu da bu herhalde. Kim ne derse desin, bu konuların işlenmesi gerek. Belki bu kapandan çıkışımızın yolu da buradan olacak.

Her şeyin üstünü kapata kapata bu hale geldik. Daha iyisini yaparım diyen de çeksin. Onları da izleyelim.Tarihsel dokusunun üzerinden sürekli buldozer geçen, bırakalım eskileri, Cumhuriyetin mimarisine bile sahip olamadığımız kentlerde, dönem filmi çekmek kadar zor bir şey yok herhalde. 'Abdülhamit Düşerken' filminde, dış çekimlerdeki, sokak çekimlerindeki darlıkta gerçekten içim daraldı. Yönetmen kim bilir nasıl bunalmıştır. Bir de paketinden yeni çıkmış feslerin yeniliğinden, kostümlerin pırıl pırıl oluşundan. 'Gönderilmemiş Mektuplar'da da sanki dönemin bütün acılarını çekmiş ve çekmekte olan bir adamın öyküsünün yanında, Amasra'ya yönelik veya Karadeniz’e de olabilir bir vefa duygusuyla bölgenin renkliliği, yaşamın, sadece İstanbul olmadığı da anlatılmaya çalışılmış gibi.

Coğrafyaya, mimariye yönelik sevgi ile tüm o yaşananları, ayrılıkları, ölümleri yaşamamışlara anlatabilmenin sancısı, hesaplaşması.

Her iki yönetmen de zor işleri seçmişler. Resmi ideolojiye yakınlıkları uzaklıkları ayrı konu. Ama ikisi de iyi yapmış. Taklit film yapmaktansa, kendi inandıklarını, herşeyi izleyici sayısıyla ölçmeden, kendi bildikleri gibi gerçekleştirmişler. İyi ki bu filmleri çekmişler. Bu adamların daha söyleyecek sözleri, yapılacak filmleri olmalı.





23 mayıs 2003