loser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
loser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Eylül 2014 Pazartesi

"KAYIP SÖZ"

Bir Kalp Ağrısına Uzaktan Bakmak

3. KAYIP SÖZ;

Kahramanlar ve karakterler;

(Ömer Eren, Elif Eren, Deniz Eren, Mahmut, Zelal, Jiyan, Ulla, Björn, Mesut)

a. Ömer Eren; İstanbul’da oturuyor. 68 Kuşağı’ndan. Bir dönem Uluslararası PEN’in “ülkelerinde tehdit ve baskı altındaki yazarlar” fonundan kısa süreli bir burs alan ve günümüzde, geçmişi reddetmeden, inkâr etmeden ama orada da takılıp kalmadan piyasa değeri yüksek olan, çok satan, hatta satış rekorları kıran kitaplar yazan, popüler bir yazar. Orospu çocuğu bir yazara göre ise; “rejimin incir yaprağı” “dozunda muhalif dozunda dönek, çoksatar romancı.” İlk kitabı “Karşı Taraf”, son kitabı ise “Işık Doğudan Yükselir”
” Bosna’da, Afganistan’da, Irak’ta, savaş ve insan temalı röportajlar yapıyor. Teröre, özel time, köy yakmalarına karşı yazıları ve televizyonlar konuşmaları var.

b. Elif Eren; İstanbul’da oturuyor. Ömer Eren ile evli. Kocasının zaman zaman kendisini aldattığını biliyor. Biyokimya profesörü. Nobel kadar olmasa da ciddi anlamda saygınlığı olan Avrupa Bilim Kadını Ödülünü almayı bekliyor. Kendisine “Ömer Eren’in karısı olmak nasıl bir şeydir” diye sorulan soruyu; “Unutmanın ve hatırlamanın genetik aktarımı konusunda uluslararası çalışmalarıyla bilinen Prof Elif Eren’in kocası olmak nasıl bir duygudur? “ diye yanıtlayabilecek bir kadın. Deniz Eren’in annesi.

c. Deniz; Ömer ve Elif Eren’in oğulları. Çocukluğundan taşıdığı psikolojik rahatsızlığı var. Uzun süre annesinin ısrarıyla psikologlara taşınıyor. Ama yeterli gelmiyor. Mahzunluğu, dirençsizliği geçmiyor.
Kendini İstanbul’da; “Loser,” olarak tanımlıyor. Bir çeşit yaşam özürlü olarak görüyor kendini. Basit yaşamak, sıradan olmak, düz insan olmak isteyen biri. Bu nedenle bir adaya sığınıyor. Norveç’te küçük bir adada oturuyor. Orası onun gözünde mutluluğun domuzluk sayılmadığı, küçük şeylerle yetinilen ve mutlu olunan bir ada. Ve adada kahraman ya da alim olması gerekmiyor. Kendisinden başka bir şey olması gerekmiyor.

d. Ulla; Deniz’in Norveç’li karısı.

e. Björn; Deniz ve Ulla’nın çocuğu

f. Mahmut; Yirmili yaşlarının ortasında bir delikanlı. Dağ kaçağı.

g. Zelal; Bölgeden bir genç kız. Cin gibi akıllı. Korkusuz. Töreden kaçıyor. Mahmut’un sevdalısı.

h. jiyan; Eczacı. Bölgede, Hayat Eczanesi’nin sahibi. Aşiret kızı. Düşünür yazar ve hukukçu olan kocası beş yıl önce öldürülmüş güçlü bir kadın.

Romanın özeti;

Kendisinden beklenen büyük eseri çıkarabilmek uğraşından yorgun düşen, “artık benden bir şey çıkmaz, çıkanlar da neydi sanki” diyen, artık üretemeyen ve yeniden yazabilmek için bir ses, bir söz arayan ünlü yazar Ömer Eren, bir süreliğine geldiği Ankara’dan “Bu sıkıcı kentte bir gece daha geçiremem” bunaltısıyla, uçuş zamanını beklemeden hemen İstanbul’a, otobüsle dönmeye kara verir. Otobüs terminaline gelir, kalkış saatini bekler. Terminalde sıradanlığın dışında ajite bir kalabalık vardır. Bir çığlık duyar Ömer Eren. Bir kurşun genç bir kadınını yaralamıştır. Karnından ve bacaklarından kanayan genç kadının başında, genç ve ürkek delikanlının, “We zarok kuşt” sözleriyle kadının hamile olduğunu ve gençlerin, Mahmut ve Zelal’in Kürt olduğu anlaşılır. Ömer Eren gençlerin çaresiz haline duyarsız kalamaz hemen koşar yardımcı olur, sahip çıkar. Gençler kaçaktır. Askerden, jandarmadan, örgütten, devletten, töreden kısaca ölümden kaçıyordurlar.

Mahmut; babasının onu tüm kollama çabalarına, onu dershaneye gönderebilmek için çöp toplamasına, kazanıp tıbbiyede üç dönem okuyabilmesine rağmen kendini dağa çıkmaktan geri tutamaz. Ama dağda da kafası karışır. Çelişkiler yaşar. Bu nedenle bir kuşkulu çatışma sırasında vurulduğunda, dağa değil ovada bir mağaraya sığınır. Tesadüf sığındığı mağaranın bir başka sığınmacısı daha vardır, Zelal.

Sürü otarmaya gidildiğinde, sürüden ayrılan kara kuzuyu aramaya çıktığında geceye kalan ve karanlıkta bir grubun tecavüzüne uğrayan Zelal. Karnı büyüyüp hamile olduğu anlaşılınca, aileden ölüm kararı çıkan, babasının kıyamadığı için salıverdiği, ama amcasının ve itirafçı abisi Mesut’un peşini bırakmadığı Zelal. İki genç mağarada birbirlerine aşık olurlar. Zelal’in karnındaki çocuğu sahiplenirler, severler. Mahmut’un yarası biraz iyileşince de deniz kenarında yaşamak için yola çıkarlar. Çocuğu deniz kenarında büyüteceklerdir. Ama Ankara terminalinde başlarına bu kötü iş gelir.

Ömer Eren, şöhretini de kullanarak, Zelal’in hastaneye yatışını sağlar, Mahmut’un kalacağı evi ve para sorununu da halledip, onların memleketine doğru yola çıkar. Gitmeden karısı Elif Eren’i arar.. O da bir sempozyum için batıya, Kopenhag’a gidiyordur. “Çocuğu da görecek misin” diye sorar. “Çocuk” dedikleri oğulları Deniz’dir.

Deniz anne ve babasının karşı çıkmalarına rağmen Norveç’de - Küçücük bir çocukken anne babasının, bir seyahat sırasında onu götürdükleri bir küçük adada, o zaman kaldıkları evde - yaşamaktadır. Onların istemediği bir evlilik yapmıştır. Eşi Ulla’ya, ailesini ve İstanbul’u yakından tanımaya getirdiğinde, Sultan Ahmet Camisi’nin yanında patlayan bir bomba ile onu kaybetmiş, ailesinden ve toplumdan iyice uzaklaşmıştır. Adada, Ulla’nın büyük annesi büyük babası ve oğlu Björn ile sade ve onların itiraz ettikleri sıradanlıkta bir hayat sürmektedir.

Ömer Eren bölgeden bir şehre iner. Bir otele yerleşir. Mahmut ona bir eczacı kadının ismini vermiştir. Ona ilaç almaya giden bir müşteri gibi gider. Sonra kimliğini açıklar. Kadının adı Jiyan’dır. Bölgede güçlü bir aşiretin kızı ve öldürülmüş bir aydının karısıdır.

Ömer Eren, Mahmut’un babasını bulur konuşur. Oğlunun sağ olduğunu bildirir.

Ömer Eren yeni romanı için araştırma yapmak için şehre geldiği izlenimini yaratır. Komutan ve kaymakam ile görüşme olur. Birlikte yemek yerler.

Ömer Eren ile Jiyan görüşmeye devam ederler. Jiyan ona bölgeyi anlatır. Birbirlerinden hoşlanırlar ve sevişirler.

Bu arada Mahmut ve Zelal’in izi bulunmuştur. Ama onlar farkında değildir. Bir gün Mahmut bir lokantada sıkıştırılır ve ona sivil insanları hedef alan, cep telefonu kumandalı bir bombayı patlatma emri verilir. Aslında emri veren, örgütten biriymiş gibi rol yapan, Zelal’in abisi Mesut’tur. Mahmut tehdit edilerek ve kandırılarak aldığı düzenekli telefonu bir havuza atar. Bir rastlantı eseri, önce onları dışlayıp sonra anlayan yaşlı kadının önerisiyle hastanedeki yatağının yerini değiştiren Zelal de, abisinin kurşunundan ve ölümden kurtulmuş olur. Mahmut ile Zelal birbirine esenlikle kavuşur.

Bu arada Elif Eren sempozyum’dan bir süreliğine ayrılarak Deniz’in yaşadığı küçük adaya gelir. Bir iki gün kalır…….Orada bir balık bayramı vardır. Tüm ada oradadır. Irkçı motosikletli bir iki genç de oradadır ve yabancı- doğulu- gördükleri için onları izlemektedir. Elif ile Deniz onların sataşmalarına aldırmazlar. Elif bu aptal balık bayramını küçümsediğinden kimseye bir şey demeden adayı terk eder. O gittiği sırada motosikletli ırkçı bir grup Deniz’lerin evini yakar. Evde kimse yoktur. Irkçılar evin köpeğinin tasmasını sökmeyerek canlı canlı yanmasına neden olmuşlardır.

Elif Eren o arada Kopenhag’a gelmiş bir otele yerleşmiştir. Adada olanlardan haberi yoktur. O gün onun doğum günüdür. Ama Ömer Eren aramamıştır. O da İngiliz meslektaşını arar. Birlikte yemek yerler. Adam’ın seçimi kendi cinsi olduğundan, Elif’in flört davranışlarını görmezden geldiğini belirtir.

Deniz Elif Eren’i arar. Adada olanları anlatır. O da hemen gelmesini söyler. Deniz Türkiye’ye dönmeye karar vermiştir. Deniz ve Björn ile Kopenhag’a Elif Eren’in yanına gelirler. Birlikte İstanbul’a gideceklerdir.

Ömer Eren’de aradığı sözü bulmuş olarak eve doğru hareket eder…

Kedi ailesi mutluluk içinde bir araya gelmektedir. Roman böyle biter.

Gözüme takılan ayrıntılar ve soruları;

Ankara terminalindeki o karmaşa içinde Ömer Eren, Mahmut’a “Küçüğüm” diye seslenir ve orada okuyucuya, Küçük Prens’ten bir bölüm anımsatılır(sf. 53). Elif Eren, kitabın 179. sayfasında Küçük Prens’ten bir sahne anımsar. Jiyan; Ömer Eren’in onun için getirttiği, Küçük Prens kitabından ona bir alıntı yapar. (sf. 346)
Niye bu kadar Küçük Prens?

“Deniz var mıydı gerçekten Zap Köprüsü seferinde? Olsaydı hatırlardım. Belki de şöyle bir uğramıştı. O günlerde bir yerde duracak uzun uzun kalacak hali yoktu Deniz’in. Zap’a gelmemiş de olsa….” Sf. 35

Deniz ile ilgili olarak bu soru işareti neden?