Çarşamba, Şubat 3, 2010
"Karşı Pencere" nin Türkiye'de vizyona girmesini çok bekledim. "Uzak"da düştüğüm hataya düşmemek için o denli yakından takip ettim ki vizyona girdiği ilk hafta, market sineması falan dinlemeyip gidip izledim.
Ferrzan Özpetek için "Eşcinselliğin Sinemacısı" deniyor. Ömer Kavur'a; "Sapkınlığın Sinemacısı" dedikleri gibi. Aslında ikisi de insanlığı anlatıyorlar. Hayat ayrıntıda gizlidir. Onlar da bu ayrıntıları anlatıyorlar. Ve çok güzel anlatıyorlar. "Harem Suare"yi görmedim."Hamam"ı da televizyonda izlediğim için sayamıyorum ama "Cahil Periler" ve "Karşı Pencere" yi yan yana koyduğumda, Ferzan Özpetek'in sinemasının bizlere anlattığı, anımsattığı çok şey var.
Hayat; evlenmek, çocuk yapmak, işe gidip gelmek, hafta sonları bir yerlere takılmak gibi bir şey değil. Onları da kapsayan ama onlardan ötede bir anlamı, bir büyüsü, neşesi, hüznü, aşkı, acısı, ayrıntılarında bir dolu zenginliği olan birşey.
Ferzan Özpetek, ülkesi, dini, kültürü, sorunları, çözümleri farklı bir çok insana, onları da anlayarak güzel öyküler anlatıyor. Ve anlatırken, bugün dünyayı tatsızlaştıran yarın cehenneme çevirmesi ihtimali yüksek olan önyargılarımızı, estetikle, sevgiyle, hoşlukla tek tek söndürüyor.
Bizi; -ister filmin baş kahramanı, ister izleyici koltuğunda oturan biri, hangisi olursak olalım fark etmiyor-günlük hayatımızdan usulca alıp bir merakın peşine düşürüp götürüyor. Götürdüğü yerde eşcinseller tabii ki var. Eşcinseller, travesti ve transseksüeller var. Onların yanında göçmenler, mülteciler, Aids hastaları, nazi zulmüne uğramış yahudiler, muhalifler de ciddi boyutta yer alıyor Özpetek'in filmlerinde. Hem de aşkla, acıyla, neşeyle, incelikle, yer alıyorlar. Biz de o güzel sofrada bir yerlerde duruyoruz işte. Tüm insanlığımızla o sahnede bir yerlerde varız. O duyguyla oynayıp, o duyguyla çıkıyoruz Ferzan Özpetek'in filmlerinden.
Özpetek, sistemin üzerimize giydirdiği tüm yabancılaşmışlık giysilerini çıkarmamızı sağlayıp, duygularımızla, değerlerimizle, onurumuzla, zaaflarımızla insanlığımızı giydiriyor yeniden. Ve bunu hırpalamadan, hayatın öznesi olduğumuzu unutturmadan, yargılamadan yapıyor. Kendisi kadar izleyicilerinin kimliklerine de saygı göstererek yapıyor bunu.
Ferzan Özpetek filmlerinde, beynimizle anlamakta, algılamakta, kavramakta güçlük çektiğimiz, yorumlamaya yetemediğimiz günümüzün dünyasını, anlayıp, ayakta kalabilmemiz için, yanlızlığımızı aşabilmemiz için bize, filozofluğuyla rehberlik ediyor. Kalbini, kalbimizi gösteriyor.
"Karşı Pencere"den bir küçük not; Giovanna'nın yaşlı Davide'yi evde ararken, divanın üzerinde duran kırlentteki, kaneviçe işlenmiş mor gül motifi, kimbilir kaçımızın annesinin, nenesinin çeyizinde vardı? Sizlerinkini bilmem ama bizimki duruyor.
9 OCAK 2004
Ömer Kavur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ömer Kavur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Kasım 2011 Pazartesi
ÖMER KAVUR USTAMA AŞKLA
Çok zaman önceydi, sinemacı olmayacağımızı biliyorduk belki ama, sinemanın, şiirin, özlemin ve özgürlüğün hasından anlıyorduk. Tümay ile; kendimiz yazarak çizerek, aile fertlerimizi bile oynatarak kısa metrajlı film çekmeye çabalıyorduk. Film festival programlarını kaçırmıyorduk. Coşkuyla koşuyorduk panellere, söyleşilere.
Atıf Yılmaz, “Atıf Abi” idi bizim için, Ömer Kavur, Ömer Abi. Heyecanımızla dalga geçen Mustafa’nın abartısıyla, Bernardo Bertalucci de, Bernardo Abimiz oluyordu.
Hepsinin öyküsü başkaydı, yaklaşımı başkaydı, yöntemi, tarzı, ekibi, sinematografisi, beklentisi başkaydı.
Hayrandık hepsine de.
Derslerde olmayan bir hayatı öğrenirdik bilgeliklerinden.
Filmlerini izlediğimizde, kendimize ait taze ve daha insansı anlayışlarla çıkardık salonlardan.
Ömer Kavur, benim sinemadaki bilgelerimden biriydi.
Yaratıcılık ustamdı.
Yalnızlığın yanı sıra sapkınlığın sinemacısı olarak da yorumlanırdı Ömer Kavur. Normalin, olağanın bu denli boş, anlamsız, pespaye ve bazen gerçekten rezilce olduğu dönemde, zamanın, insanın, ölümün ve yabancılaşmanın gerçek masallarını anlattı bize. Bunları; estetikle, yaratıcılıkla ve sihirle çerçeveleyip sundu. Kendi ruhumuzun derinliklerini; gördüklerimizden korkuya kapılmayalım, karşılaştıklarımızdan dehşete düşmeyelim diye elimizden usulca tutup gösterdi.
O, benim sinemadaki en büyük aşklarımdan biriydi.
Ağaçlar dikmiştim kültür evinin bahçesine onun için.
Hayatım boyunca katıldığım tek galada, Gizli Yüz’ün galasında, düşlerinden film yapıp yapamayacağını sormuştum.
Onun adı ile ikna edilip görevlendirildiğim ödül töreninde, tören sonrası ödül çekini teslim ederken, iç cebine koymasını tembih etmiştim. Başka şeylerden de konuşmuş, sohbet etmiştim. Ertesi gün Tayfun övünçle, Ömer Kavur'la arkadaş olduğumuzu anlatmıştı iş arkadaşlarımıza.
Bir gün bir filmi birlikte çekmeyi hayal etmiştim.
Bir hayal olduğunu, sadece bir hayal olduğunu bile bile düşünmekten mutlu olmuştum.
Bugün hayali bile kalmadı elimizde.
Cemal Süreya’nın dediği gibi “Her ölüm erken ölümdür.”
Ömer Kavur, “Üstü kalsın” diyerek vedalaşmıştır bizimle belki. Ama ben onun için diyemiyorum.
Bazı günler vardır ki, yaşadığınızı coşkunuzdan kalbinizin göğsünüzü zorlamanızdan anlarsınız, bazen engin bir huzurdan, bazen derin bir keder susturur göğsünüzde cıvıldayan kuşu da, yaşadığınızı sessizliğinizde anlarsınız. Bazen de keskin bir bıçak saplanır kalbinize. Acır durur içiniz. Kanar.
Bugün ben yaşadığımı içimin sızısından anlıyorum.
Güven Tunç
13 Mayıs 2005
Atıf Yılmaz, “Atıf Abi” idi bizim için, Ömer Kavur, Ömer Abi. Heyecanımızla dalga geçen Mustafa’nın abartısıyla, Bernardo Bertalucci de, Bernardo Abimiz oluyordu.
Hepsinin öyküsü başkaydı, yaklaşımı başkaydı, yöntemi, tarzı, ekibi, sinematografisi, beklentisi başkaydı.
Hayrandık hepsine de.
Derslerde olmayan bir hayatı öğrenirdik bilgeliklerinden.
Filmlerini izlediğimizde, kendimize ait taze ve daha insansı anlayışlarla çıkardık salonlardan.
Ömer Kavur, benim sinemadaki bilgelerimden biriydi.
Yaratıcılık ustamdı.
Yalnızlığın yanı sıra sapkınlığın sinemacısı olarak da yorumlanırdı Ömer Kavur. Normalin, olağanın bu denli boş, anlamsız, pespaye ve bazen gerçekten rezilce olduğu dönemde, zamanın, insanın, ölümün ve yabancılaşmanın gerçek masallarını anlattı bize. Bunları; estetikle, yaratıcılıkla ve sihirle çerçeveleyip sundu. Kendi ruhumuzun derinliklerini; gördüklerimizden korkuya kapılmayalım, karşılaştıklarımızdan dehşete düşmeyelim diye elimizden usulca tutup gösterdi.
O, benim sinemadaki en büyük aşklarımdan biriydi.
Ağaçlar dikmiştim kültür evinin bahçesine onun için.
Hayatım boyunca katıldığım tek galada, Gizli Yüz’ün galasında, düşlerinden film yapıp yapamayacağını sormuştum.
Onun adı ile ikna edilip görevlendirildiğim ödül töreninde, tören sonrası ödül çekini teslim ederken, iç cebine koymasını tembih etmiştim. Başka şeylerden de konuşmuş, sohbet etmiştim. Ertesi gün Tayfun övünçle, Ömer Kavur'la arkadaş olduğumuzu anlatmıştı iş arkadaşlarımıza.
Bir gün bir filmi birlikte çekmeyi hayal etmiştim.
Bir hayal olduğunu, sadece bir hayal olduğunu bile bile düşünmekten mutlu olmuştum.
Bugün hayali bile kalmadı elimizde.
Cemal Süreya’nın dediği gibi “Her ölüm erken ölümdür.”
Ömer Kavur, “Üstü kalsın” diyerek vedalaşmıştır bizimle belki. Ama ben onun için diyemiyorum.
Bazı günler vardır ki, yaşadığınızı coşkunuzdan kalbinizin göğsünüzü zorlamanızdan anlarsınız, bazen engin bir huzurdan, bazen derin bir keder susturur göğsünüzde cıvıldayan kuşu da, yaşadığınızı sessizliğinizde anlarsınız. Bazen de keskin bir bıçak saplanır kalbinize. Acır durur içiniz. Kanar.
Bugün ben yaşadığımı içimin sızısından anlıyorum.
Güven Tunç
13 Mayıs 2005
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)