Esenpark etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Esenpark etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2012 Cuma

"Aşkın ve Hayatın Şehri Ankara"



Kitap: Bir Aşk, Bir Hayat Bir Şehir,

Bir Aşk, Bir Hayat, Bir Şehir, Yazan: Güven Tunç, Dipnot Yayınevi
Güven Tunç’un yaptığı, olağanüstü, harika bir iş var: Ankara’nın
eski esnaflarıyla, dükkan sahipleriyle, hatta bazı eski dükkan
çalışanlarıyla, belirli bir sistematik içinde görüşmüş ve bu
görüşmeleri yayınlamış. Ankara için, bundan daha hoş ve değerli
bir katkıyı düşünmek bile zor. Görüşülen esnaf arasında ne tür iş
yerleri/ iş kolları var? Tavukçu Lokantası, Boğaziçi Lokantası, Ayhan
Mağazası, Baykal Mağazası, Piknik, bozacılar, berber dükkanları,
örücüler, ipekçiler, sinemacılar, tiyatrocular, sendikacılar, Ankara’nın
eski sakinleri, herkes var konuşulanların arasında… Güven Tunç
bu çalışmayı neden yaptığını şöyle açıklıyor: “Çünkü kalbim
kanıyor, çünkü hayatın gelip tıkandığı noktayı çözemiyorum.
Çünkü asi çocuklar gibi sokaklarında şarkılar söylediğimiz bu
şehrin, insanların, yaşantıların, acısıyla tatlısıyla bir zamanlar ne
kadar sahici olduğunu anımsamaya ihtiyacım var.” … “Ankara’yı
bir vitrinin camından her gün izleyenlerle çıkıyorum yola. Sonlara
doğru, başka Ankaralılar da katılıyor.” Sevdiği bu kenti anlattırıyor
Güven Tunç ve esnafının, insanlarının, bu kenti neden sevdiklerini,
bize göstermek istiyor. *Sadece materyali toplamış ve yayınlamış
ama kendi bu materyal üzerine, pek bir şey söylemek istememiş.
Buradaki insanların söylediklerine bakıldığında, bir önceki kuşağın
gözünden, (bu büyük bir genellikle idealize edilmiş bir Ankara
imajı olsa bile) kentin o döneme ait imgesi/ temel özellikleri ile
ilgili, bireysel olarak başlayan ve toplumsal olarak yaygınlaşan bir
beklentinin varlığı sezilebiliyor.
Esnaf anlatılarına göre 1950-60’lar Anakarası adeta, masumiyet
çağının yaşandığı bir dönem gibi… Hemen hemen herkes ağız
birliği etmişçesine, kentin geçmişinden böyle bahsediyor. Bu yıllar,
Ankara’nın başkent olmasından yaklaşık çeyrek yüzyıl sonrasıdır
ve bu dönem, çok yoğun yenilenmenin ve modern kent inşasının
olgunluğa ulaştığı dönemidir. Henüz kitlesel bir göç söz konusu
değildir. Görüşmelerden çıkan genel sonuca, şöyle kuşbakışı
bakacak olursak, neler görebiliriz? Durgun, hareketsiz, sakin ve
“kendi başına”, dışarıya oldukça kapalı bir şehir (gerçekten dışarıya
açılan tek pencere, belki de sinemalar). İnsanlar “mazbut”, yumuşak
ve mütevazı, esnaf arasında “yardımlaşama ve irtibat” var, “her şey
muntazam, toplum saygılı”, komşuluk ilişkileri var… Beklenmedik
şeyler, sürprizler yok. Ama riskler, güvenlik sorunları da yok. Ancak
1945’ten sonra, hızlanarak gelmeye başlayan kırsal göç, giderek
göçmen kitlesinin karakterine egemen olmaya başlıyor ve kentsel
mekan, artık sadece “modern” doğrultusunda gelişmiyor. Hatta
bu modern mekan, giderek, diğer mekanın gecekonducu mantığı
(gel-geç, iyi düşünülmemiş, evrensel standartlara uymayan mantık)
içinde boğulmaya başlıyor.
Herkes, bugünün Ankara’sından şikayetçi ve eski Ankara’ya
güzelleme yapıyor. Ama özlenen geçmiş de gerçek bir geçmiş
değil, idealize edilmiş, kurgusal bir geçmiş.
Ankara üzerinde “içeriden” ve insanların belleğinden doğru
düşünmek isteyen insanlar için, bulunmaz bir fırsat Güven Tunç'un kitabı

http://gazetesolfasol.com/media/pdf/Agustos_16_kucuk_format.pdf




ANKARAYI TANIMAK (28.04.2013)


Askeri Tıbbiye Ankara’ya nakledilip de tıp fakültesinin son iki yılını Ankara’da okumasaydım bu kenti iyi tanımak olanağı bulabilir miydim?

İlk işim Türk Dil Kurumu’na gitmek olmuştu. O zamanlar Türk Dil Kurumu Cihan Sokağı’ndaydı. Benim için Ankara demek Nurullah Ataç demekti. Ataç üst kattaki toplantı salonunda çalışırdı. Hem daktiloda yazısını takırdatır, hem de sizinle çene çalardı. Onunla konuşurken kendinizi rahat hissederdiniz, sıkılmazdınız.

Kimi zaman Sıhhiye’den Kızılay’a yürüdüğümüz olurdu. Yol üstünde Özen Pastanesi’nde mola verilir, Ataç, paracıklarına kıyıp birer pasta ısmarlardı.

Benim için Ankara’ya gelmek demek Ahmet Muhip Dıranas’ı görmek demekti. Dıranas, Anafartalar’da Çocuk Esirgeme Kurumu ikinci başkanıydı. Necatibey Caddesi’nden İzmir Caddesi’ne geçilen bir ara sokak vardı. Muhip Bey orada otururdu. O sokağın başındaki kahvede nargile tokurdatmayı severdi.

Cahit Külebi, konservatuvarda baş muavindi. Ataç’la bir gün ona gitmiştik. Ataç, Külebi’yi Türk Dili dergisine Yazı Kurulu üyesi olarak davet etmişti.

Külebi, Ataç’ın odasına gelişini abartılı bir saygıyla karşılamıştı.

Ataç’ın son beş yılında oldukça yakınındaydım. Ankara’yı Ataçsız düşünmek olanaksızdır.

Yalnız Ataçsız mı? Daha nice kültür insanı var ki adı Ankara’yla anılır.


MEKÂN-ZAMAN-İNSAN

Bunları anımsayışımın nedeni Güven Tunç’un Ankara üzerine hazırladığı bir kitabı anlatmak istediğim içindir (Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir: Ankara’nın Mekânları-Zamanları-İnsanları, Dipnot Yayınları, 2011).

Güven Tunç “Bu Kitabın Öyküsü” derken, böyle bir çalışmaya neden giriştiğini anlatmak gereksinimi duyuyor:

“Çünkü kalbim kanıyor. Çünkü hayatın gelip tıkandığı noktayı çözemiyorum. Çünkü asi çocuklar gibi sokaklarında şarkılar söylediğimiz bu şehrin, insanlarının, yaşantıların, acısıyla tatlısıyla, bir zamanlar ne kadar sahici olduğunu anımsamaya ihtiyacım var.”

Güven Tunç, Ankara’yı çok eskilerden bilenleri bulup onlardan öğrenmeye çalışıyor. Böylece Ankara’nın ünlü yerleri, oraların gerçek sahipleri tarafından anlatılıyor. Yazarın görevi onların ağzından bunları derlemek. Derlerken de onların anlatım biçimlerine özen göstermek.

Yazar o dönemlerdeki sevi ilişkilerini de merak ediyormuş. Ama onlar “eski terbiye” insanları oldukları için, “biraz mesafeli” duruyorlar, açıkça yanıt veremiyorlarmış.

Kentlerin de kendine göre bir yaşama serüveni var. O kente kişilik kazandıran insanların anılarımızda yaşadığını görüyoruz.

Yazar bir köşeye çekilip uzaklardan dalgalanan bir sesi dinliyor, o sesi dinleyenleri anımsıyor:

“Hamiyet’in Esenpark’taki mikrofonu bırakıp şarkıya asıldığında, sesinin Sıhhiye’den duyulmasını, insanların durup o sesi dinlemesini gözümün önüne getirebiliyorum.”

Gerçek Ankara’yı anlatmak için kimleri bulmak gerekirdi? Nereleri dolaşmak, o yerlerin kimlerden sorulduğunu öğrenmek gerekirdi?

Ankara derken yalnızca bazı mekânları değil, hangi zaman aralığında, kimleri de aramak gerektiğini saptamalıydı. Çünkü o mekânlar o insanlarla bütünleşiyordu.

Gerçek Ankara’yı onlar öğretecekti bize. Kimler gelmiş geçmiş buralardan? İnsansız Ankara neye yarar! Ankara’yı yaşatan o insanlardı. O insanların gittiği meyhaneler, yeme içme yerleriydi.

Oralarda çalışan insanların ilgisiyle bu ortamları daha kolay anlatmak olanağı var.


BAZI MEKÂNLARDAN BAKINCA

İnkılap Sokak’taki “Tavukçu Lokantası”nda garsonluk yapan İsmail Poyraz anlatıyor:

“Bir zamanlar Ankara demek Ulus demekti. Karpiç bir numaralı lokantaydı. İçkisiz Cumhuriyet Yıldız Lokantası vardı. Bakanlar Kurulu dağılınca Cumhuriyet’e gider, yemeklerini orada yerlerdi.”

Samet Ağaoğlu Posta Caddesi’nde Acemin Meyhanesi’ne gidermiş. Turan Güneş en çok “Tavukçu”da yemek yermiş.

İsmail Poyraz yeniden dünyaya gelse gene garson olmak istermiş. Değişik insanlarla karşılaşıyor, kendini geliştiriyormuş.

Ayhan Sümer, Adalet Ağaoğlu’nun kardeşidir. Ayhan Mağazası, Ziya Gökalp Caddesi’nde ünlü bir mağazadır. Onlar Hatay Sokak’ta otururlardı. Daha nice ünlülerin oturduğu bir sokakta Hatay: Fahir Aksoy, Ahmet Kutsi Tecer, Refik Ahmet Sevengil, Azra Çaplı, Fehmi Tokay, Sevgi Soysal o sokağın insanlarıydı.

Flamingo Pastanesi’nin sahibi Dursun Ali Kuluhan ile Boğaziçi Lokantası’nın sahibi Halil İbrahim Boyacıoğlu kendi dönemlerinin Ankara’sını anlatıyorlar.

Ankara’ya bir berber salonundan da bakılabilir. Mithatpaşa Berber Salonu sahibi Salih Atakan dönemin sinemalarını anlatıyor. Evlenmiş, üç çocuğu olmuş, oğlunu Amerika’ya göndermiş. Otuz yıldır tıraş olmaya gelen müşterileri var.

Ankara kendi halinde bir yaşama serüveni sürdürürken unutulmaz olaylar oluyor. Bunlardan biri Ulus’a bir uçağın düşmesi. Kaldırımdaki ayakkabı boyacıları kömür kesilmiş.

Ankara’nın sesini duyurur diye berberlere geniş yer ayrılmış. Ama sıradan insanların da kendine özgü bir sesi var. Örücü Arif (Arif Güngör) de bunlardan biri.

Sokakların adı değişiyor, yapılar yeni bir biçim alıyor. Giderek Ankara kendini yenileştiriyor. Türk filmleri beğeni kazanıyor.

Bir yandan yıllar geçiyor, yıllarla birlikte nice insanlar da gelip geçiyor. Herkesin kendince bildiği, kendince anlattığı bir Ankara var.

Kamil Ateşoğulları diyor ki:

“Ankara’ya geldiğim yıllarda, 1960’larda ve 1970’lerde, daha farklı bir Ankara vardı. Coğrafyası, binaları, mekânları ve kültürel yaşamıyla başka bir Ankara.

O zamanlar Neşet Ertaş Kör İzzet’in kahvesinde dururdu ve arayanlar onu orada bulup düğünlere götürürlerdi.”

Ankara’nın özel tarihinde kimlerin yeri yoktu ki:

“Erdal Öz’ün Sergi Kitabevi bulvarda, Büyük Sinema’nın üst katındaydı.”

“Mehmed Kemal, bulvar üzerinde Kalem adında bir restaurant açmıştı. Ruhi Su oraya gelirdi.”

“O dönemde Ankara’da çok sayıda özel tiyatro vardı. O tiyatroları yaşatacak da tiyatro seyircisi.”


KENTİN KİŞİLİĞİ OLAN YERLER

Zaman geçiyor. Ankara yeniden yapılanıyor. Bildiğimiz yerler yeni bir oluşum içinde değişiyor. Alıştığımız yerleri tanımaz oluyoruz.

Herhangi bir Ankaralı bildiği yerlerin değiştiğini görünce şaşırabilir. Ama o değişikliğe de alışmaya çalıyor:

“Radyoevi karşısında Toptancı Hali vardı. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın olduğu yerdeydi. Bugünkü Adliye’nin olduğu yer siloydu. İstasyonda tekerlekleri lastikli faytonlar vardı.”

Kimi oluşumlar yavaşça değişiyor. İnsan önemli değişimlerin ayrımına bile varmıyor. Uzak illerden, ilçelerden Ankara’ya geliyor, yaşayan Ankara’ya kendinden de bir şeyler katıyor.

Yusuf Yıldırım gibi bir sendikacı yargıyla uğraşmaktan bıkmıyor. Üstelik yaşlı annesi, “Deh Deh, karyağdı yazilere, çöl kaldı kirli tazilere, bunlar da benim oğluma ceza kesecekler” diyecek kadar yiğit bir davranış içinde, oğlunun yanında yer alıyordu.

Ankara her insanın ayrı sorunuyla uğultulu bir kent. Yürüyenlerin durumundan içlerindeki değişimin ayrımına varabilir misiniz? O uğultudan bir başka Ankara çıkarabilir misiniz?

Kimbilir hangi uzaklardan bir kente gelirsiniz. Orada yeni bir düzen kuracaksınız. O düzen kente de kişilik kazandıracaktır.

“Akman Boza” Ankara’yla bütünleşen bir içecek. Ulus İşhanı’nda onu bilmeyen yok. Vahap Akman ile Muharrem Akman kardeşler Üsküp’ten gelmiş, Akman Boza ve Pasta Salonu’nu açmışlar. “Akman Boza” Ankara’ya ayrı bir kişilik kazandırmış.

Orada boza içmeye gelen öyle ünlüler var ki, onların bozayla bütünleşen özellikleri Ankara’nın özelliği haline gelmiştir. Onlar “Arnavut mertlikleri sayesinde çok büyük bir çevre edinmişlerdir.”

Demek bir “Akman Boza” Ankara’nın simgesi haline gelebiliyor.

Numan Akman üşenmemiş oraya gelen ünlüleri sayıyor. Tiyatro sanatçıları, edebiyatçılar, siyasetçiler hep “Akman Boza”ya gelenler arasındadır.

Yetmiş yılı aşkın yaşayan bir kurum artık o kentin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.


BİR ZAMANLAR ANKARA

“Bir Zamanlar Ankara” demek kolay. Kentin dokusuna girmesini bilen insan için nice bilinmeyeni öğrenmek gerekir.

Ama çoğu zaman bir kentte yaşadığımızın ayrımında bile değiliz. Kendi serüvenimizi sürüklerken Ankara’yı içinden tanımıyoruz.

Herkesin kendine göre bir Ankara’sı var. O Ankara’da tanıdığı insanlarla bütünleşen bir zamanı var. O kentte yaşadıkları sürece öyle yerler edinmişler ki onlarsız Ankara olmaz. Öyle insanlar tanımışlar ki onlarsız Ankara olmaz.

Güven Tunç’un Ankara’sını okurken insan ister istemez kendi Ankara’sına dalıyor.

Nasıl bir kentte yaşadığımızın bilincinde miyiz? O kentin bize neler kazandırdığının bilincinde miyiz? Bizden de o kente geçen bir şeyler yok mu?

“Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir” Ankara’ya, birtakım insanlara coşkuyla bakmayı kolaylaştıracak bir kitap.

Yaşadığı zaman insana bir düş gibi geliyor. Yılların ötesinden nice tanıdıklarını anımsarken, sanki bir öykü kahramanıymış gibi onları anımsıyor.

Zaman bir düş gibi geçecek. Ankara’yı yaşatan nice insan göçüp gidecek. Ankara gölgeli anılarla kendine özgü yaşama serüvenini sürdürecek...


Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz:

Mustafa Şerif Onaran
Hekimköy Sitesi Ümitköy-Ank.
Cumhuriyet

Bu yazıdan yaklaşık üç buçuk hafta sonra, 22 Mayıs'ta Mustafa Şerif Onaran Hocayı kaybettik.

Bir düzeltme; İsmail Poyraz "Tavukçu" Lokantasının garsonu değil sahibidir.







·





Hürriyet Gazetesi Ankara Eki - ESRA KAYA "Behzat Ç. dizisiyle başlayan Aşk Tesadüfleri Sever filmiyle esmeye devam eden Ankara rüzgarı son olarak yazar Güven Tunç’un Ankara’yı anlatan “Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir” kitabıyla taçlandı."

Ankara’nın geçmişten günümüze bütün mekanlarını, zamanlarını ve insanlarını konu alan kitap Dipnot Yayınlarından çıktı. Bir zamanların Ankara’sını konu alan kitapta öncesinde Ulus’un, Hisar’ın, Anafartalar Caddesi’nin, Samanpazarı’nın, Dörtyol ve Cebeci’nin sonrasında Sıhhiye’nin, Yenişehir’in, Kızılay’ın en sonunda da Yenimahalle’nin Kavaklıdere’nin ve Cinnah’ın hikayesi anlatılıyor. Bugünkü Ankaralılara isimleri belki de hiç tanıdık gelmeyen, Palabıyığın Meyhanesi, Arnavudun Lokantası, Kürdün Mey­hanesi, Acemin Bahçesi, Madamın Yeri gibi birçok anıya şahitlik etmiş mekanlarda zaman yolculuğuna çıkılıyor. Yazar Tunç, kitaba ilişkin küçük ipuçları verirken, şunları söylüyor: Başkent’in sinemaları “Hamiyet’in, Samanpazarı Esenpark’da mikrofonu bırakıp şarkıya asılmasını ve Sıhhiye’deki insanların nasıl bir duygu yoğunluğu içinde durup bu sese kulak kesilmesini hayal ede­biliyor muyuz? O zamanlar Ankara, akasyalar ve sinemalar demek. Küçücük bir bölgeye kaç sinema sığar? Yıldırım Beyazıt Meydanı’nda Emek, Atlas ve Nur; Çalışkan­lar’ın Samsun Asfaltı’na bakan yönünde Sefa; Aydınlıkevler’de Cici ve Doğan; Kavacık Subayevleri’ndeki Çamlık’ta Erdem; Dışkapı’da Yaman; Yenidoğan’da Zafer ve Yüksel sinemaları yer alıyor. Bu sinemalarda ayrıca konserler de düzenleniyor. Hatay Sokak çok güzel bir sokak. Mimar Kemal İlkokulu’ndan başlayıp Selanik Caddesi’nin köşesinde biten bu kısacık so­kaktan, Türk edebiyatı ve sanatına damgasını vuracak kaç sanatçı çıkabilir? Ankara’nın hikayesi bu. İçinde; çevresinde piknik yapılan, balık tutulan, kıyılarında kuş seslerinin dinmediği o güzel derelerin yer aldığı bir şehrin hikayesi.” Hürriyet Gazetesi Ankara Eki - ESRA KAYA



"Ankara; 1920'lerden Behzat Ç'ye"

Funda Şenol Cantek - Radikal Kitap Eki

Güven Tunç'un kitabı, hafızası olmayan bir şehrin kaydını tutarken, o şehre kimliğini veren kurumların sahiplerinin, o şehri karşılıksız seven ama sevmek için sebepleri olanların hikâyelerini anlatıyor
Ankara: 1920'lerden Behzat Ç.'ye
FUNDA ŞENOL CANTEK Arşivi

Orta Anadolu’nun mütevazı kasabası Ankara, başkent Ankara olalı beri sıkletine denk olmayan, güçlü, kıyıcı ve caydırıcı bir rakiple kıyaslanagelmiştir. Bir ayağı Asya’ya, öbür ayağı Avrupa’ya basan, alemin gözbebeği, ‘medeniyet beşiği’ İstanbul’la. Rakip bu kadar güçlü, dolayısıyla rekabet bu kadar haksız olunca, ‘Ankaralı’ olan da, Ankara’da yaşamak zorunda kalan da, bu acıklı mekansal mahrumiyeti meşrulaştıracak bahaneler aramaya sevkedilmiştir. Erken Cumhuriyet döneminde, tartışma götürmeyeceğine inanılan bahane, İmparatorluk terekesine sırt çevirme yürekliliğini göstererek bozkırda bir ulus inşa etmek amacıyla şehre yerleşmenin gururudur. Mahrumiyet bölgesinde yaşıyor olmak, perhizcilerin kahramanlık hikayelerini cilalar. Ne yol vardır, ne iz. Başını sokacak ev, içecek su, doğru dürüst hizmet veren bir aşevi bile yoktur. Sinema, restoran, bar ise hak getire… Yerli Ankaralı nüfuz edilemeyecek kadar yabanidir. Erken Cumhuriyet dönemi edebiyatı, kurucu seçkinlerin anıları, anekdotlar hep bunu söyler. Görev duygusuyla Ankara’ya yerleşenler trenlere doluşup İstanbul’a dönünce geride kalan şehir, ‘nezih’ addedilen bir sosyal hayatı olan, dingin, düzenli bir karasal iklim, bir saklı coğrafya gibi algılanmıştır sakinlerince. Kendisini yurt edinenleri yutmayan, sokaklarında kaybolunmayacak, tam tersine bir evin odalarında dolaşır gibi dolaşılacak, ‘herkesin yerini bildiği’ ve ‘her yerin herkesçe bilindiği’ bir şehirdir Ankara. Mekânsal organizasyonu değişse de, bu özelliği bugün de pek değişmemiştir. Hâlâ Ankara’da yaşıyor olmanın güncel bahanesi, hatta özrüdür bu haddini bilme hali, bu tanışıklık hissi ve bu konfor.

Şehre aşkla bağlı olanlar
‘Cumhuriyet çocukları’nın özlemle andıkları, Riyaset-i Cumhur Orkestrası konserinden çıkan tuvaletli ve papyonlu çiftlerin Süreyya Pavyon’da dans ettikleri; Piknik’te içilen Arjantin biranın çakırkeyifliğiyle Özen Pastanesi’nin sokağa taşan masalarına oturulup bahar havasının tadının çıkarıldığı günler geride kalmıştır çoktan. Ama başkent Ankara hala, ulaşımın rahatlığının avantaj, dostluğun sığınak olduğu bir kocaman evdir. Sokakta gönül çelen az bir şey varsa, o da kalmamıştır artık. Ne Çubuk Barajı’nda sandal sefası, ne de Gençlik Parkı’nda aile matinesi. Hatta bu büyükşehir, kadimleşen büyükşehir belediye başkanı eliyle çevre sorununun bir parçası haline getirilmiş, sakinlerinin yaşam kalitesini düşüren dışsal bir etken olarak görülmeye de başlanmıştır.
Son yıllarda Ankara’ya yönelik medya ilgisi, diziler, filmler ve kitaplarla dikkat çekici hale geldi. Haliyle bunların arasında öne çıkan Gökçek Ankarası’nın başrolü paylaştığı Behzat Ç., Ankara’yı sevmek için bahaneye veya özre ihtiyacı olmayanların duygularına tercüman olduğu için de çok sevildi. Güven Tunç’un hazırladığı ‘Bir Aşk, Bir Hayat, Bir Şehir’, Ankara’nın 1920’lerden Behzat Ç.’ye kadar olan serüvenini, o süreci yaşayanların diliyle anlatıyor. Daha önce Figen Özbay ile birlikte ‘Şehrin Zulası’ adıyla bir Ankara kalesi kitabı hazırlayan Güven Tunç, Ankara’nın mekânları, zamanları ve insanlarını aramaya çıkmış bu kitapta. Aradığını bulmak için Ankara’nın marka olmuş ticarethanelerinin kurucularıyla da konuşmuş. Bunun yanında, en eski Ankara semtlerinin sakinleriyle, küçük esnafla, sokakların tanıdık simalarıyla görüşmeler yapmış. Görüşülen herkes adeta aşkla bağlı olduğu için bu şehre hâlâ, kitabın adı da ‘Bir Aşk, Bir Hayat, Bir Şehir’ olmuş.
Tunç, çocukluğunun Ankarasının izini aramak için yola çıktığını belirtiyor kitabın girişinde: “Çocukluğumdaki gibi, şehir tanımına uygun; mahallenin, her mahallede okulun, çocuk parklarının, sağlık ocağının, yazlık kışlık mahalle sinemalarının, özgür çocukların, elmaları çalınacak bahçeli evlerin, o evlerdeki huysuz ve tatlı ihtiyarların, yaz akşamları sokağa yayılan kızartma kokularının, kahkahaların olduğu bir şehir ararken, onların anlattıklarında çok daha iyi ve güzel bir Ankara buluyorum.”
Tunç’un nostaljiyle yüklü romantik arayışı, istisnasız, her görüşmesinde aynı karşılığı buluyor. Akman Pastanesi’nin sahibi Numan Akman, Tavukçu’nun sahibi İsmail Poyraz, Boğaziçi Lokantası’nın sahibi Halil İbrahim Boyacıoğlu, Nergiz, Menekşe ve Kavaklıdere sinemalarının sahibi Ayhan Nergiz, Net Piknik’in sahibi Eren Önat, Yenişehir sakinleri ve diğerleri bu nostaljik yolculuğun duygusal yükünü ağırlaştırıyorlar. Şehrin “altın çağı”nı yaşama şansına sahip olduklarını söyleyen anlatıcılar, bir yandan da yitirilen masal ülkesi için yas tutuyorlar. Anlatıcıların bir bölümü, daha küçük yerlerden ve zor yaşam koşullarından gelerek sonradan Ankaralı olmuş kişiler. Onların geldikleri şehirlere kıyasla, başkentin yıllar önceki görünümü, yıldızların yere indiği bir ütopya haliyle. Dışlanmamış, yenik düşmemişler geldiklerinde. Doyduğun yer vatanındır, sözüne de ihanet etmiyorlar bu sebeple. Hemen hemen her anlatıcı, Numan Akman’ın ifadesiyle, “Küçüğün küçük, büyüğün büyük olduğunu bildiği” yıllara özlem duyuyor. Yenişehir sakinlerinden Nil Öget, “Bu şehirde bana kendimi özel hissettirecek pek bir şey kalmadı. Eskiden seçilirdik. Baleye, resme kabiliyeti olan giderdi. Şimdi herkes her yerde” sözleriyle ifade ettiği yenilmişlik hissine tercüman oluyor.

Şehrin havası özgür kılar
Ankara’yı İstanbul karşısında güçlü ve farklı kılan son koz, ‘seçilir olma’ imkânı da ortadan kalkınca, geçmişin ipine sarılmaktan başka seçenek kalmıyor Ankaralılar için. ‘Şehrin havası özgür kılar’ sözünün işaret ettiği, kalabalığa karışıp herhangi biri olma imkânı, Ankara büyükşehir olmaya doğru hamle ettikçe, kaçınılmaz son olarak beliriyor. Bu da seçilir oldukları o tenha günlerin anısıyla yaşayanları ürkütüyor, bedbinliğe sevkediyor. Kitapta kendi Ankaralarını esrime hissiyle anlatan eski Ankaralılar, anlatılarını güncele bağlarken, bedbinliklerinin altını bu yüzden çiziyorlar.
Tunç’un kitabı, hafızası olmayan bir şehrin kaydını tutarken, o şehre kimliğini veren kurumların sahiplerinin, o şehri karşılıksız ve bahanesiz seven ama sevmek için sebepleri olanların hikayelerini anlatıyor. Bir yandan, eski kuşağa ‘Neydi o günler?’ dedirtiyor, öte yandan da, şehrin hafızasını tazelemek isteyen araştırmacılara malzeme sunuyor.






aşkın ve hayatın şehri
BİR AŞK, BİR HAYAT,
BİR ŞEHİR

"Umudun, akasyaların, sinemaların şehri; Ankara"
Evrensel Gazetesi Ankara Eki - Derya Kaya

“Bu bir Ankara kitabı olduğu kadar Ankaralılar kitabı da oluyor. Belki daha çok onların. kibar, mütevazı ve çalışkan insanların kitabı” diyor Güven Tunç kitabı için. Dipnot Yayınevi’nden Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir-Ankara’nın Mekanları, Zamanları-İnsanları ismiyle çıkan kitapta bir zamanların Ankarası’nın hikayeleri var. Tunç, Ankara’nın eski sakinlerini, özellikle terk edip gitmemiş olanlarını bir araya getirmiş kitabında. Ulus’un, Anafartalar Caddesi’nin, Samanpazarı’nın, Dörtyol ve Cebeci’nin sonrasında Yenişehir’in, Kızılay’ın, Kavaklıdere’nin ve Cinnah’ın hikayelerini yaşayanları anlatıyor.

Ankara’nın ilk yürüyen merdiveninin Ulus Anafartalar Çarşısında açılışından, 1956’da Bentderesi’nin taşmasıyla oluşan sele, Von Papen olayından uçak kazasına, 27 Mayıs Darbesine, Sendikalar Yasası’nın çıkarılması için işçilerin Meclisi kuşatmasına kadar Ankara’nın birçok iz bırakan olayını dönemin tanıkları kendi hikayeleriyle anlatıyorlar. Kitapta birçok bürokratı, sanatçıyı, milletvekilini ağırlamış Çiçek Lokantası’ndan Flamingo Pastanesi’ne, Baykal Mağazası’ndan İpekçi Cemal’e hepsinin hikayeleri var. “Hacettepe’de adam keserler, sakın gitmeyin” diye korkutulan da, Hacettepe’de elektrik direğine adam bağlayan da kitapta yer alıyor.

‘ULUS ANKARA’NIN EN GÖZDE SEMTİYDİ’

O dönemler Ulus’un, Ankara’nın en hareketli gözde semti olduğu yıllar. Mağazalar, lokantalar, eğlence yerlerinin önemli kısmı Ulus’ta. Palabıyığın Meyhanesi, Arnavudun Lokantası, Kürdün Meyhanesi, Acemin Bahçesi, Madamın Yeri gibi isimler bugün belki kimseye tanıdık gelmiyor ama o dönemin Ankaralıları için hepsinin yeri ayrı. O dönem Ankara’nın eğlence merkezleri Gençlik Parkı, Atatürk Orman Çiftliği, Papazın Bağı, Şaraphane, gençlerin de uğrak yerleri. Kitap, bugünün Ankaralılarını hiç gitmedikleri belki de hiç duymadıkları yerlerde bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Bugün anlamını yitirmiş yerlerin, o dönemin Ankaralılarının hayatında hepsinin ayrı bir hikayesi var. “Etlik eskilerde bağlık bahçelik bir yer, bağlarda her türlü meyve yetişiyor, meyvelerin tadına doyum olmazdı” diyor o dönemin tanıkları.

SİNEMA VE TİYATRO ANKARALILAR İÇİN VAZGEÇİLMEZDİ

Mimar Kemal İlkokulundan başlayıp Selanik Caddesi’nin köşesinde biten kısacık Hatay Sokak, Türk edebiyatı ve sanatına damgasını vurmuş Adalet Ağaoğlu, Ahmet Kutsi Tecer, Burhan Doğançay, Fahri Aksoy ve daha başkalarına ev sahipliği yapıyor.

Devlet Tiyatrolarında Kral Lear ile Cüneyt Gökçer, “Kiss me Kate” ile Ayten Gökçer, Ankara Sanat Tiyatrosunda “Bir Delinin Hatıra Defteri”yle Genco Erkal, Meydan Sahnesinde Kartal Tibet, Sanat Severler Kulübünde Nevra Serezli ve daha nice sanatçı Ankaralıların unutulmazları arasında.

Tunç kitabında Ankara için “Umudun, akasyaların ve sinemaların şehri” diyor. Belki şimdi birçok Ankaralı adını bile duymamış olsa da Ankara Sineması, Büyük Sinema, Melek, Ulus, Emek, Atlas Sinemaları ve daha niceleri o dönem Ankaralılar için büyük anlam taşıyor.

Kitap mekanlarıyla, sokaklarıyla o dönemin insanlarının yaşanmışlıklarını, hayata ve insanlara karşı duruşlarını, anlayışlarını konu ediyor. Yazarının da dediği gibi içinde, çevresinde piknik yapılan, balık tutulan, kıyılarında kuş seslerinin dinmediği o güzel derelerin yer aldığı bir güzel şehrin hikayesini anlatıyor. (Ankara/EVRENSEL)




CUMHURİYET ANKARA EKİ

1 Haziran 2011 Çarşamba

Bir Ankara ve Ankaralılar Kitabı: ‘Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir’

Güven Tunç’un “Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir” kitabı; “Ankara’nın mekânları, zamanları, insanları”na ve “bir zamanların Ankarası’na” bir anmalık. Kızılay’ın akasya ağaçlarıyla dolu, Kurtuluş Parkı’nın fidanlık olduğu, Dikmen’de at koşturulan günleri anlatan Ankara sakinlerinden naif, kalender, sıcak sesler...
http://tureykose.blogspot.com/2011/06/bir-ankara-ve-ankarallar-kitab-bir-ask.html

“Ankara’nın en çok nesini seviyorsunuz” sorusuna “İstanbul’a dönüşünü” yanıtını veren Yahya Kemal’e inat bu kentte yaşamaktan mutlu olanlar var. Güven Tunç, eski Ankaralı dostlarıyla birlikte “umudun, akasyaların ve sinemaların, medeni insanların, pırıl pırıl derelerin şehri”ne götürüyor okuru. Adı Tavukçu Lokantası’yla özdeşleşmiş İsmail Poyraz, Ayhan Sümer (Ayhan mağazası), Dursun Ali Kuluhan (Flamingo pastanesi), Salih Atakan (Mithatpaşa Berber Salonu), İlhami Baykaler (Baykal mağazası), Eren Önat (Net Piknik), Mustafa Bağışlar (Berber salonu), Arif Güngör (Örücü Arif), Cemalettin Tatlı (İpekçi Cemal), Ayhan Nergiz (Nergiz, Menekşe ve Kavaklıdere sinemaları), Göker Zafer (Nergiz, Menekşe sinemaları), Numan Akman ile Alper Akman (Akman Boza ve Pasta Salonu), Yenişehir sakinleri Asuman Emre, Nil Öğet ve Ünal Tanıl, AST çalışanı Tekin Yücelbalkan, sendikacı Yusuf Yıldırım ve eski Ankara milletvekili Kamil Ateşoğlulları “kendi Ankaralarını” anlatıyor. “Hatır senediyle” esnaflık yaptıkları, sokaklarında âşık oldukları, tiyatro salonlarını doldurdukları, meyhanelerinde kadeh tokuşturdukları başkenti...
Ayhan Sümer “Ankara bir umuttu. Yoktan var edilmiş bir şehrin mucizesindeki umut” diyor ve kentin bugünkü halinden duyduğu üzüntüyü “Başta Türkiye ve başka Ankara olmadığına inanıyorum” diye anlatıyor. Dursun Ali Kuluhan, “Hamiyet’in Esenpark’ta mikrofonu bırakıp şarkıya asıldığında, sesinin Sıhhiye’den duyulmasını, insanların durup o sesi dinlemesini gözüne getirebiliyor” ...Herkesin hemen sınıf atlamaya çalıştığı günümüzde bu eski Ankaralıların yaşama bakışındaki sadelik, kalenderlik dokunaklı geliyor. İsmail Poyraz, “Ben yeniden dünyaya geldim. Bana sorsanız ‘Ne olurdunuz’ Garson olurdum” diyor. Örücü Arif Güngör de, “Ankara’da yaşamaktan ve örücülük yapmaktan memnunum. Bir daha dünyaya gelsem yine örücülük yapardım. Ustam Yusuf Örer bana örnek oldu. Mütevazı oldum. Kanaat ehli oldum” diyor. Alper Akman, 70 yıllık Akman’ın alışveriş merkezlerine neden şubesini açmadıklarını anlatırken “Gitsem maddi olarak çok iyi olabilirdi. Ama şunu tercih ediyorum: Eski müşterinin gözünde eski kalmak” diyebiliyor...
Kamil Ateşoğulları 60’lar, 70’lerin Ankarası’nı özlüyor: “O zamanlar Neşet Ertaş Kör İzzet’in kahvesinde dururdu ve arayanlar onu orada bulup düğünlere götürülerdi. Bu kahvede 1965 seçimlerinde TİP adına konuşma yapan Sadun Aren’i dinledim. O dönemde Ankara’da çok sayıda özel tiyatro vardı. O tiyatroları yaşatacak da tiyatro seyircisi.”
Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir, Güven Tunç, Dipnot Yayınları, 223 sayfa.

Cumhuriyet Ankara Eki'nde yayımlandı
Türey Köse



1930 YILINDA KURULMUS OLAN TAVUKÇU LOKANTASININ TARIHI Tavukçu Lokantası ve İsmail Poyraz Konunun Kısaca Açıklanması Birinci El Kaynaklar Tavukçu Lokantası ilk olarak 1930 yılında Ulus'ta Arnavut Hüsamettin tarafından kurulmustur. Daha sonra Çiçek Lokantası'nı da açan Arnavut Hüsamettin, Tavukçu'yu Rasit Bey'e devretmistir. 1954 yılına kadar Ulus'ta bulunan lokanta, 1983 yılından beri Inkılap Sokagındaki yerindedir. 1969 yılından beri Ismail Poyraz tarafından isletilen Tavukçu, Ankara denilince akla gelen mekanlardan biri olmustur. Bu ödev çerçevesinde Ankara'nın eski kültürünü hala yasatan yegane mekanlardan biri olan Tavukçu Lokantası ile Rize'den göç ederek Ankara'ya gelmis olan Ismail Poyraz'ın eski Ankara deneyimi anlatılacaktır. Ismail Poyraz Ismail Poyraz, 1935 yılında Rize'de doğdu. İş bulmak amacı ile Rize'den Ankara'ya göç eden Poyraz, 1969'dan beri Tavukçu Lokantası'nı işletmektedir. 1950 yılından beri Ankara'da olan Poyraz, her türlü iş deneyimini yaşadıktan sonra Tavukçu Lokantası ile kemikleşmiş bir kültürün temsilcisi olmuştur. Bizim için İsmail Poyraz 1950'lerin Ankara'sını deneyimleyen Eski bir Ankara'lı olarak Ankara kültürünü simgelemektedir. Güven Tunç'un Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir adlı kitabı Mehmet H. Doğan'ın Tavukçu'da Cemal Süreya ile yediği bir yemeğe dair olan anısı Döneme dair fotoğraflar ile eski Ankara fotoğrafları Tavukçu Lokanta'sının vergi levhası gibi resmi belgeleri Eski müşterilerle röportajlar İkinci El Kaynaklar Rakı Ansiklopedisi isimli kitap Gazete'de Tavukçu'ya dair çıkmış haberler ve köşe yazarlarının Tavukçu'ya ilişkin izlenimleri Göç etmeye neden olan Rize'deki döneme ilişkin kitaplar Merkezin Ulus'tan Kızılay'a geçisi konusunda Ankara'ya ilişkin kitaplar ve özellikle Gültekin Emre'nin Yitik Kent Ankara Kitabı Araştırma Soruları Ismail Poyraz Kimdir? Tavukçu Lokantası nerede, kim tarafından açılmıstır? Poyraz neden Rize'den Ankara'ya göç etmistir? Tavukçu'nun ilk açıldıgı hali ile bugünkü hali arasındaki farklar nedir? Tavukçu Lokantasını özel kılan nedir? Tavukçunun menüsünde ne gibi değişimler olmuştur? Eski Ankara kültürü dendiğinde neden hep Tavukçu'dan bahsedilir? Tesekkur Ederiz
http://prezi.com/ab7sacfwjprp/tavukcu-lokantas/



Cuma, Mart 25, 2011


CUMHURİYET - ÖZGEN ACAR - 7 Ekim 2014

Ankara Kitapları!
“Ankara’nın Dünü” başlıklı yazılarım nedeniyle, bazı okurlar görmediğim Ankara kitaplarını gönderdiler. 1956’ya gelişimden sonra, Ankaralı olmayı yeğlediğim başkent için bu kitaplarda anlatılanların çoğuna, ben de tanık oldum. Tanıklık yaptığım kişilerin çoğu tek tek göçüp gittiler... Belediyeler, kenti daha da güzelleştirmek yerine çirkinleştirdiler... Keşke bu kitapların yeni baskıları yapılsa ve gençler de sayfalar arasında yitip giden Ankara’nın dününü ilk ağızdan öğrenebilseler...

***

Adı: Ankara Tarihi 1-2
Yazarı: Avram Galanti
Yayınevi: Çağlar Yayınları
Sayfa: 303
Bodrum doğumlu, Yahudi, 1943’te Niğde milletvekili, araştırmacı yazar, kitabında başkentin tarihini, coğrafyasını, tarımını, ticaretini, eğitim kurumlarını, dinsel yapılarını, resmi belgelere dayanarak okura sunuyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliğinden sonra 1911’de Kahire’ye giden, dönüşünde Darülfünun’da “Doğu Halklarının Eski Tarihi Kürsüsü’nde” profesörlük de yapan yazar, başkentin geçmişini tarihsel bir dizin olarak belgeleyerek anlatıyor.

***

Adı: Şehrin Zulası - Ankara Kalesi
Yayına Hazırlayan: Tanıl Bora
Yayınevi: İletişim Yayınları
Sayfa: 312
Güven Tunç-Figen Özbay ikilisinin başı çektiği kitabın hazırlanmasına 6 araştırmacının da katkıları gözleniyor. Özellikle “Ankara Kalesi’nin” gelmişi ve geçmişi şöyle irdeleniyor: “Tanpınar’ın söyleyişiyle, ‘Bir iç kale, bütün ümitlerin kendisinde toplandığı son sığınak’tır. Kale, Ankara’da ‘şehir ruhu’nun kurtarılabileceği yerdir; şehrin zulasıdır...” Kalenin bireyleri de görselleri ile kitaba yansıyarak belgelendiriyor.

***

Adı: Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir
Yazarı: Güven Tunç
Yayımlayan: Dipnot Yayınları
Sayfa: 223
Başkentin geçmişte kalan bireylerini tanıtan kitap, Ankara’nın yitik toplumsal yapısını da irdeliyor. Ankara’nın mekânlarında, zamanın etkilediği değişimler gözlemleniyor. Bireylerin anlatımlarını görseller bütünlüyor. Sanki “Ankara’nın son yarım yüzyılı” geri dönüşümlü bir film gibi kurgulanıyor.

ÖNSÖZ "BİR AŞK BİR HAYAT BİR ŞEHİR"




BİR AŞK BİR HAYAT BİR ŞEHİR - ANKARANIN MEKANLARI ZAMANLARI İNSANLARI



Kavafis’in “Bu şehir arkandan gelecektir.” dizesindeki gibi,

her nereye gitsem ardımdan gelen Ankara için…





BU KİTABIN ÖYKÜSÜ

11 Temmuz 2009’da, saat 11 00’de, emekli olduğum ‘Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan çalışma arkadaşım olan Mustafa ile Sakarya Caddesi'nde bulunan, kuzenine ait; "Baydın Terzihanesi”de buluşuyoruz.

"Tavukçu" Lokantasının sahibi İsmail Bey’i, Mustafa tanıyor. Aynı memleketliler.

Terzihaneden çıkıp, Sakarya’nın cumartesi kalabalığının başımızı döndürmesine aldırmayıp, Ziya Gökalp’in bir yakasından, tıkış tıkış arabalar arasından diğer yakasına koşturuyor ve İnkılâp’ın başındaki "Ayhan" Mağazasını geçip, Tavukçu'ya varıyoruz.

Randevusuz gitmişiz. Neyse ki İsmail Bey yerinde. Nevzat Bey ve başkaları da var. Mustafa beni tanıştırıyor. İsmail Bey ve yanındakilere, yazarlarından biri olduğum ; "Şehrin Zulası- Ankara Kalesi" kitabını göstererek yeni çalışmama ilişkin hayalimi açıklıyorum. Sorulara örnek olsun diye de, "Annesinin ona söylediği bir ninniyi" soruyorum.

İsmail Beyin yüzü birden değişiyor.

"Anneli" bir tümceye başlamışken devamını getiremiyor. Gözyaşları sel. Erken kaybedilmiş, çok iyi bir anne için dökülen gözyaşları bunlar.

Karşımdaki birinin gözleri yaşarırsa ben dayanamam, boğazıma bir şeyler gelir tıkanır, gözlerim yanar, dolar, boşalır. Ben de bırakıyorum gitsin.

Mustafa benden beter.

Hep birlikte ağlıyoruz.

İşte böyle başlıyor bu çalışma.

Bu çalışmayı neden yapıyorum? Çünkü kalbim kanıyor. Çünkü hayatın gelip tıkandığı noktayı çözemiyorum. Çünkü asi çocuklar gibi sokaklarında şarkılar söylediğimiz bu şehrin, insanlarının, yaşantıların, acısıyla tatlısıyla, bir zamanlar ne kadar sahici olduğunu anımsamaya ihtiyacım var.

Ankara’yı, eskileri, çok eskileri bilenleri bulup sormaya çalışıyorum. Özellikle Yenişehir’i bilenleri. Ve özellikle terk edip gitmemiş olanları, hâlâ Ankara’da yaşayanları. Sayı bir hayli yüksek. Ne kadar güzel ki hâlâ yüksek. Ben de; Ankara’yı bir vitrin camından her gün her gün izleyenlerle başlıyor ve ağırlıkla onlarla çıkıyorum yola. Sonlara doğru başka Ankaralılar da katılıyor.

Ben soruyorum onlar yanıtlıyor. Onlar anlatıyor ben not tutuyorum.

Görüştüklerimin çoğu erkek ve çoğunun doğum tarihleri, 1930’un rakamları ama hiçbiri delikanlı ruhunu kaybetmemiş. Duruşlarıyla, umutlarıyla bana güç bana şevk veriyorlar. Hanımefendiler ise zaten genç.

Özellikle ses alma cihazı kullanmadığım görüşmelerimizde, bir deftere, onlar söylüyor ben yazıyorum. O kadar incelikle ve noktalı virgüllü konuşmaya dikkat ediyorlar ki, birçok cümle bizzat kendilerinin güzel cümleleri olarak yer alıyor. Bir şey katamıyorum. Aksine o güzel tümcelerinden benim kelime dağarcığı gelişiyor. Öyle durumlar için, öyle sözcükler kullanıyorlar ki, bilmediğime duymadığıma çok hayıflandığım oluyor. Dilde zenginleşiyorum.

Bir örnek olarak, sorduğumda pek de açıklayıcı yanıtlar alamadığımdan, sormaktan vazgeçtiğim bir soru var; “O dönemlerdeki aşkları”. Bu soruma net yanıtlar alamıyorum. Çünkü hem görüşmelerimiz farklı kuşaktan farklı cinsiyetten olsa gerek biraz mesafeli hem zaman gelmiş geçmiş, aşklar acılar küllenmiş hem onlar, “eski terbiye“ denilen, her şeyin bugünkü gibi söze dökülmediği bir geleneğin çocukları. Ancak o dönemdeki gençleri genel anlamda konuşabiliyoruz. Bakışmanın el ele yürümenin bile çok önemli bir olay olduğu o dönemlerde, genç erkeklerin flört davranışlarını, “meslek erbabı” hanımlardan öğrendiği anlatılıyor. Bu ve başka birçok deyim ve birçok tümce dağarcığıma ekleniyor.

Vazgeçtiğim bir başka soru ise “ninniler” oluyor. Çoğu kendisine uyurken söylenen ninniyi hatırlayamıyor. Çünkü bebekler. Nasıl hatırlasınlar? Yanlış bir soru seçtiğimi fark edip çark ediyorum.

Bu çalışma çok yazarlı bir kitap oluyor. Burada, bu kitapta öyküsü, anıları aktarılan her insan, kendi öyküsünü anlatıyor ben sadece derliyorum. Ve görüşme tarihine göre bir sıralama ile bu kitabı oluşturuyorum.

Çalışma için birçok soru hazırlamışım. Söyleşinin kapısını aralamak amacıyla hazırlanmış mütevazı sorular. Gün oluyor tüm soruları soruyorum gün oluyor bırakıyorum, öylesine doğal akıp gidiyor anlatılanlar, sadece not tutuyorum.

Bazen yazmayı bırakıyorum. Sadece iki kişi arasında kalıyor söylenenler. Sır gibi

Bu bir Ankara kitabı olduğu kadar ‘Ankaralılar’ kitabı da oluyor. Belki daha çok onların. Kibar, mütevazı ve çalışkan insanların kitabı.

İnsana ve eğitime pek çok yatırım ve bağış yapan ve bu hizmetlerinden dolayı aday gösterilip TBMM “Üstün Hizmet Ödülü” alan Ayhan Sümer Bey; bu yaptıklarını sorduğumda, “İnsanları yaşadıkları ülkelere yaşadıkları şehirlere bir takım borçları vardır. Sizin bu çalışmanızın temasına uygun değil o nedenle bu konulara girmedik “ diyerek geçiştiriyor.

Çocukluğumdaki gibi, şehir tanımına uygun, mahallelerin, her mahallede, okulun, çocuk parkının, sağlık ocağının, yazlık kışlık mahalle sinemalarının, özgür çocukların, elmaları çalınacak bahçeli evlerin, o evlerdeki huysuz ve tatlı ihtiyarların, yaz akşamları sokağa yayılan kızartma kokularının, kahkahaların olduğu bir şehri ararken onların anlattıklarında çok daha iyi ve güzel bir Ankara buluyorum.

Benim çocukluğumun Ankarası güzel bir şehirdi.

Onların Ankarası çok daha güzel.

Umudun, akasyaların ve sinemaların şehri.

Medeni insanların.

Bir de bugün hayal edemesek bile pırıl pırıl derelerin.

Bugün bozkır şehri dediğimiz Ankara; kıyılarında piknikler yapılan, kuş seslerinin dinmediği, kocaman balıkların tutulduğu, suyundan bir içenin bir daha içtiği o güzel derelerin, çayların şehri.

O zamanın Ankarası; Ulus, Hisar, Anafartalar Caddesi, Samanpazarı, Dörtyol, Cebeci’den oluşuyor. Sonra; Sıhhiye, Yenişehir, Kızılay. Daha sonra Bahçelievler, Yenimahalle Kavaklıdere, Cinnah geliyor.

Şimdiki hali ise tarif edilemez.

Şehrin büyümesine itiraz eden bir kitap değil bu. Ama çirkinleşmeden, tarihi yapıları koruyarak, şehir estetiğine saygı duyularak, öyküleri çiğneyip geçmeden, eskileri incitmeden, kentli haklarını görmezden gelmeden büyümeyi savunan bir kitap.

Eskiye bakınca; Palabıyığın Meyhanesi, Arnavudun Lokantası, Kürdün Meyhanesi, Acemin Bahçesi, Madam’ın Yeri, bugünkü isimlerden çok daha hayattan, insani ve tanıdık geliyor. Sinemaların pastanelerin isimleri de öyle. Onları dinleyince hiç yabancılık çekmiyorum. Sanki oralarda yemek yemiş, bir filme içlenmiş, bir pastanede gizlice buluşmuş gibi hissediyorum.

“Fukara Tahir”i bir kez daha hatırlıyorum.

Kendi bankalarının, işletmelerinin içini boşaltan modern hırsızların pespayeliklerine inat; yakışıklı, çapkın ve chevrolet tutkunu bir gangsteri, "Necdet Elmas”ı öğreniyorum.

“Hamiyet”in, Esenpark’da mikrofonu bırakıp şarkıya asıldığında, sesinin Sıhhiye’den duyulmasını, insanların durup o sesi dinlemesini gözümün önüne getirebiliyorum.

“O yılların Ankara’sında yaşanan en önemli olaylar neydi?” diye sorduğumda, birbirinden habersiz, olarak anlattıkları; “uçak kazası” ve “sel baskını” olaylarını, tüm dramatik örgüsü ve karakterleriyle birebir yaşamış gibi oluyorum.

Bu çalışmada hedef olmamasına karşın anlattıklarında; bugün bir marka yaratmak için boş yere etek dolusu para döken işletmeler için dikkatle bakarlarsa çok büyük öneriler, önemli öğütler, yaşanmışlıklar, duruşlar, anlayışlar ve yüksek bir ahlak görüyorum.

En çok kendim olmak üzere biz Ankaralılara biraz kızıyorum. Kızıyorum, övünerek “AST” demeyi pek sevdiğimiz, Ankara Sanat Tiyatrosu’na en son ne zaman gittik? Ankara Sanat Sevenler Kulübünden, Sanat Sevenler Derneği’ne ondan da Sanat Kurumu’na evrilen bir büyük örgütün nerede ve hangi koşullarda olduğunu biliyor muyuz? Hangi şehir tam ortasında yer alan güzel, kocaman bir parkı bu denli görmezden gelen bir kibire saplanır? Gençlik Parkı’nı bu denli sahipsiz bırakabilir?

Dediğim gibi en çok kendime kızıyorum.

Özetle; Etlik’te bağı olan da bu kitapta yer alıyor, Etlik Bağları’ndan elma çalan da. “Hacettepe’de adam keserler, sakın gitmeyin” diye korkutulan da, Hacettepe’de elektrik direğine adam bağlayan da bu kitapta yer alıyor.

Ve teşekkürlerim;

Tavukçu Lokantasından Nevzat Gülay’a

Yusuf Yıldırım’a ulaşmamı sağlayan, Emekli-Sen başkanı ve üyelerine şükranlarımı sunuyorum.