Harput etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Harput etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2019 Salı

Bu Roman Neyi Anlatıyor/Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı


BU ROMAN NEYİ ANLATIYOR
Ardımdan gelen şehirler için...
Bir şehir hikayesi daha... Ama bu sefer Ankara değil... Aslında sadece Ankara değil... Başkaları da var... Hatta kaç şehirden bir araya getirip yarattığım bir acayip doğu şehri de...
O acayip doğu şehrinde bir konağın ve o konakta yaşamış dört kuşağın hikayesi...
Bu roman; kısaca bir çok köy bir çok şehir ve bir çok insan hikayesinden oluşuyor...
Acılı şarkıların, büyük ve güzel sofraların, duygularını ve insanlığını kaybetmemişlerin hikayesi...
Samo'nun, Rabiya'nın, Maro'nun, Sara'nın, Hıdo'nun, Müjgan'ın, Fırat'ın, Adran'ın ve daha bir çok insanın hikayesi.
Bir insan hikayesi...
Özünde sadece ve sadece bir insan hikayesi...
BÖLÜM BAŞLARINA NEDEN TÜRKÜLERDEN DİZELER EKLEDİM
Türkülerin çok sevildiği çok söylendiği geniş ailelerden geliyorum ki coğrafyam zaten türkülerin yakıldığı, yapıldığı yerlerden biri... Acının ve anlatışın coğrafyasından bir parça... Urfa, Diyarbakır, Harput, Erzincan, Malatya, Adıyaman, Sivas...
Ve de Davut Sulari'nin, Aşık Daimi'nin, Ali Ekber Çiçek'in, Kazanci Bedih'in, Zaralı Halil'in Erzurumlu Emrah'ın yani büyük ustaların, ulu ozanların yeri...
Benim türküye, şiire, yazmaya, anlatmaya meylim de bundan bu topraklardan sanırım...
Belki bundandır türkülerin ardına düşüp korolara katılışım...
İki bin beşler miydi neydi, öykü, deneme gibi yazdıklarımın başına, türkülerden bir kaç satır koymaya başladım... Sonra da ne yazdıysam türkülerle, şarkılarla, dizelerle başbaşa gitti hep...
Bu romanda da böyle oldu. Bölüm başlarına türkülerden dizeler ekledim...
Bugün anlıyorum ki hala türkü söylemeyi çok seviyorum...
Ve "Nerede bir türkü duysam şairliğimden utanırım" diyen Bedri Rahmi gibi ustalarımın yolumdan gitmeye gayret ediyorum.
YAZIM SÜRECİNDE YAŞADIKLARIMDIR
Ürkek Güvercinler İçin Bir Uzun Ninni
Yakın dostlarımız vardı... Biz onları dağ sandık hep... Dağ gibiydiler çünkü... Oysa kalplerinde ürkek güvercinler yaşarmış... Bilemedik... Bir iki yıl içinde ardarda kırılıp, vurulup gittiler aramızdan...
Şu tatsız dünyada biraz daha kalıp, birlikte gideriz diye bekliyorduk... Olmadı...
Kırılıp kırılıp dururmuş kalplerindeki güvercinler... Kalpten gitti hepsi...
İşte bu ninni, onlar içindir.
Siz şimdi o sonsuz uykunuzu uyumaya gidiyorsunuz ya
kırlara çiçek, dağlara kekik, ovalara ekin olmaya gidiyorsunuz ya
Issız yazılara rüzgar,
Haziran gecelerine yıldız yağmuru,
baharda ilk açan bademe çiçek,
annenin kucağındaki çocuğa masal,
karanlıkta, yalnızlığa batmış bir çobana kaynayan pınar sesi,
vardiyadan güle konuşa çıkan işçi kadınların gülüşüne şiir,
son tümcesini yazmaya uğraşan gence ilham,
1 Mayıs akşamı alanlardan dönen işçi babanın diline marş,
buğulu camlara çizilen kalp
kardeş sohbetlerine anı, gözyaşı, kederli gülücük,
gökyüzüne turna olmaya gidiyorsunuz ya,
...
Güzel turna
Hadi süzül
git gidebildiğin yere
Çınlasın gök kubbe kahkahanla...
YAZIM SÜRECİNDE KENDİME SÖYLEDİKLERİMDİR.
Kendini poyrazlarda sınayan kadın... bu dünyanın meltemi de var... Aç saçlarını…
Bir bilete bakar bir tenha kıyı… Bir deniz ışıltısı… Bir imbat...
Ege dediğin yer neresi? Sabaha oradasın… Birkaç saatcik olsun dertsiz, tasasız seyret ufku mesela... Dalga seslerine kendini öylesine bırakarak...
Sen, bir seher vakti ıssız bir sahilde yürüdün diye batmaz bu batası dünya…
Her gece, aç ve susuz Afrika’yı yorgan diye üstüne örtmesen ne olur? Filistin’e sermesen yatağını her gece… Akdeniz’de alabora olmasan... Küçücük teknelerde kocaman dalgalara kapılıp kaybolmasan… Doğuda, ücralarda unutulup kalmasan... Unutulup kalmasan...
Akşam pazarlarında dökülmüş domatesleri seçmeye uğraşmasan… İnşaatlardan düşüp düşüp ölmesen… Kanayıp kalmasan kayıp çocuklarla...
Meraklanma, senin çıplak ayakların serin sularla bir kuşluk vakti buluştu diye bir dil daha yitip gitmez… Bu dünyanın bülbülü, serçesi, kırlangıcı, leyleği, kekliği de var.
Kendini cehennem ateşiyle sınayan kadın... Bu dünyanın şarkıları da var…. Aç saçlarını… Saçlarını aç... Kalbini aç... Nefesini aç... Bu dünyanın umudu da var... Bir gecelik olsun çık evden... Gezin caddelerde... Geceye karış... İçeceğin bir kadeh özgürlük... Bu dünyada kahkaha ile gülmek de var... Sokakların neşeli kalabalığını hatırla... Kalabalığa karışmanın tasasız adımlarıyla geç sokaklardan...
Ne kadar olmuş bir demet çiçek almayalı... Çiçeklerin de canı var koparmamalı... Ama koklamalı... Ne kadar olmuş bir çiçeği koklamayalı…
Hem ne yapabiliyorsun ki zaten? Yazmak ne kadar değiştirebilir ki hayatı? Her şey tepetaklak ve hızla tükeniyorken... Biraz da kendini anla be kadın...
Kendini akılla, mantıkla sınayan kadın... Senin de bir kalbin var... Unutma.
Güzel şarkıları, güzel dostları, dans etmeyi anımsa mesela... Umudu anımsa. O büyük gençlik hayalinizi…
Hatırla.
Kendini susmalarla sınayan kadın... Bu dünyanın muhabbeti de var... Şairinden, divanesi olduğun şiirleri, can kulağı ile dinlediğin masalları hatırla mesela... Sonra sesleri...Seheri mesela...
Kendini kederle sınayan kadın... Bu dünyanın umudu, bu dünyanın Küba'sı da var... Güzel abilerle ablaları unutma... 68'i mesela... Selda'nın billur sesindeki duyguyu... Erkan Oğur'un türkülerindeki kerameti mesela...
Sen azıcık güldün diye aç kalmaz bir çocuk daha... Belki gülebilsen... Gülebilsen belki... Çocukları da güldürebildiğini unutma...
Bir çocuğun ağız dolusu gülüşüne değmez mi bu dünya?
Hadi o zaman...
İçindeki çocuğa ve kadına gülümse...
Tut ellerinden, kaldır mesela...

Ververan; aslında yerel bir sözcük. Bir tanımlama. Viran olmanın çoğulu... Burada bir yer bir şehir anlamında kullandım. 



21 Kasım 2011 Pazartesi

YAZALIM

Cumartesi, Ocak 23, 2010


Eyyy, Adnannnn,
Güzel arkadaşım!!!!

Bu fotoğrafta ne güzel bakıyorsun .
Nerelere bakıyorsun kim bilir?

Bak,
Erkan Oğur’un dizesi gibi, bak,
“Bak ki Harput yok olmasın”

Bak.
Bakalım.
Yok olmasın Harput, Diyarbekir, Urfa.
Yok olmasın Hasankeyf, Fırtına Vadisi, Munzur
Yok olmasın İda.
Yanmasın Bağdat.
Gazze ağlamasın.
Nazım’ın uyuduğu Moskova,
Yılmaz’ımın Paris’i yıkılmasın.
Yaz.
Yazalım.

Biz, bir büyük avluda, Mezapotamya’da doğup büyüyen tüm çocuklar.
Dünyanın bütün çocukları gibi,
Ahmed Arif ustamız gibi
‘”asıl biz biliriz hasreti.”

Yazalım;
Memleket memleket olsun
Artık “hasretler” ölümüne olmasın.
Bakalım.
Nehirler kurumasın.
Yazalım
Toprak sonsuza dek kanamasın.

Samimi ve sahici kalemlerimizle,
umudu ve cesareti yitirmemeye çalışarak,
yüreğimizle
yazalım

Ve.
Eski bir türkü gibi;
Karlı dağların karanlığı bir kez daha basmadan.
Doyunca gül
Gülelim