Ay Dilbere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ay Dilbere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mart 2025 Perşembe

Bahar Gündönümü / Ay Dilbere / Giriş

"KUZEY YARIM KÜRE BAHAR GÜNDÖNÜMÜ MART DOKUZU 1. SU 21 Mart. Tan atımı. Yukarı Fırat Havzası / Batıucu Platosu. Ezeli suların, kutsal dağların ve eteklerinde uzanan geniş, kerim ve bereketli ovaların güzel diyarı... Bu güzel diyardaki olağanüstü bir mevsim geçişi. Yeryüzünün özel yaratılmış bölgelerinden birinde, yeni bir yıla uyanışın görkemli gecesi... Yukarı Fırat Havzasının geniş, ferah batıucu platosunda, bin bir yıldır yinelenen gün dönümü dansının bütün yörede yaşanacağı bir Leyl ü nehar… Bir tek gündüzle gecenin eşit olduğu, bir tek o leyl ü neharda oluşan o büyük o inanılmaz o rengârenk dönüşüm… Burası kutsal sırlarla bezenmiş dağlar yurdu. Bu dağlardan, üç bin metre yükseklikten, vakarla; uzak denizleri, çölleri, vahaları, şehirleri, neredeyse yeryüzünü ve ruhunu kuşbakışı seyredebilen, bilen ve hissedebilen kadını, ihtiyarı, çocuğu, toprağı, suyu ve ateşi ile bir başka coğrafya… Zirveleri gökyüzüne ulaşan, gölgesi birbirinin üzerine düşen, yüksek, sarp, kayalık dağların ülkesi… Kendini bu dağların içinde koruyan derin derin vadilerin, dibi görünmez uçurumların, yüksek yüksek düzlüklerin… Debisi yüksek suların… Bir zamanlar eteklerinde uzanan geniş geniş ovalarda kurulu, şimdilerde kendisinden kopmuş, gitmiş, el olmuş, kaç kez yıkılmış kaç kez imar edilmiş, beş koca şehrin…" Roman böyle başlıyor... Ay Dilbere... Nevruz, Nevrozi, Newroz, Nevroz kutlu olsun

20 Aralık 2024 Cuma

Ay Dilbere Romanı Üzerine

Roman için araştırmaya, incelemeye çalıştığımda; Kadınların her sabah güneşin doğuşununa; “Ey ümmetin Muhammed’i Senden var rica ile minnetim Rızkından önce cümle aleme yani ümmetine ver Kapı komşuya ver Yabandaki aç kurda ver Sonra da biz naçarlarına ver,” dilekleriyle eşlik ettiği... Güneşin batışıyla da yerlerin mühürlendiği bu inanç Kırımdan önce her evin kapısının, Hızır gelirse kapıda kalmasın diye açık olduğu, bir yudum sularını içenin sofrasına oturanın kardeş bilindiği bu kültür. yalnız kadınların dokunulmazlığı ve onlara saygı ile davranılması, leçeğini yere atan bir kadının huzurunda tüm çatışmaların sulh olduğu bir medeni yaşam biçimi, Hızır Günlerinde yapılan “Ya Hızır! arsızları, nursuzları, haksızları bizden ve neslemiziden uzak tut. Bizleri namerde muhtaç etme”, Ya Hızır, alemin verdiği lokmaları kabul eyle, bizimkini de unutma.” dileği beni hayran bırakmıştı. Ve Dersim, bugünlerde başlayacak olan Gağan günlerine hazırlanıyor... *** "Bir gün de hatırlayacaksın. Seni benim kadar özlemle çağıran bu kerametli toprakları, bu kerametli suları hatırlayacaksın... Suyun seni çağıran sesini duyacaksın Beni duyacaksın. Bu yıldızları, bu bülbüllerin, dağların, kırların sana özlemini yüreğinde hissedeceksin. Barışacaksın. Barışacaksın Barışacaksın canem." *** "... Doğanın o muhteşem uyanışını, toprağın hareketlenmesini, suların dağlardan gümbür gümbür bir müjdeyle baharı uyanırdırarak gelişini ve 21 Mart gününü, büyülü bir dille anlatarak başlamış. Kitap ilk satırda beni en kuytusuna çekti. Kitapta kah Hesen, kah Çariçe, kah Hakan oldum. Hiçbir duygum yarım kalmadı, tamamlandım. Kaptırdım kendimi o büyülü dile, hüzünlendim, umutlandım, kederlendim,ağladım, güldüm... " R.Y. *** "Yazarın olay örgüsü sırasında yaşadığı kaygının farkına vardığımı da söyleyebilirim. Bence dil, anlatımdaki derinlik… Asla rahatsız etmeyen bir ses bulmuş. Dili dağların, göklerin, bulutların, suların, şehirlerin diliyle karışık… İnsana sonsuzluk duygusu veren bir duyarlılıkla yazılmış Ay Dilbere’yi. Size her şeyi söylemiyor kitapta, her şeyi açık etmiyor. Öyle ki satır aralarına romanlar sığar. Acılardan dağlar kurulur, koca koca nehirler akar. Sevinçlerle ovalar yeşile kesilir. Acılarla dağlar çıplak kalır." Hayrettin Geçkin İnsancıl Dergisi

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Ay Dilbere

... Sonra... Onlar gitti. Sonra... Ben burada kaldım işte... Niye burada kaldım? Niye onlardan önce, niye onlarla gitmedim? Bunu bir türlü anlamadım... Çok uzun süre, neden burada kaldığımı düşündüm durdum... Bulamadım. Sonra... Sonra... Hayal gücümün sisleri arasından, sen, yavaş yavaş belirmeye başladın... Yavaş yavaş, rüyada gibi belirmeye başladın... Reşo... Reşo... Sen o yaşında, gecenin o karanlığında, yatağından kalkıp, koltuğunun altında bir teyp, yollara düştün... Bir temmuz ayında, göyneğinin üzerine, en son ananın yetmiş yıl önce, yünden eğirip ördüğü, delik deşik olmuş kazağı, ayağına, yün çorabın üzerine de, kıştan kalma potinleri giyinip, çıktın yola... Elinde, belki kırk yıldır kimseye elletmediğin Almanya işi teyp... Bir tek kaset. Gözün gibi koruduğun, o bir tek kaset... Yaya ve kan ter içinde iki saat yol yürüyüp, seherle birlikte bir tepeye vardın... Uzandın yüzüstü... Hasankeyf'in betona gömülmüş haline, Dicle'nin dizginlenmiş, boğulmuş suyuna uzun uzun baktın... Baktın... Baktın... Baktın... Sonra açtın teybi... Aram Tigran'ın sesi kapladı tüm ovayı... Dicle kıyılarına aktı ses... "Ay Dilbere" "Ay Dilbere" Ben, belki de, rahat ve parıltılı bir şehir hayatını bırakıp, seni hayal etmek ve seni yazmak için burada kaldım... *Ben roman yazarken atmosferi algılamak, hissetmek için kendime bir çok öykü yazarım. Bir kısmı romana girmez bir kısmı girer. Bu da başlamak için ilk yazdığım öykü... Hadi bakalım...

21 Kasım 2011 Pazartesi

İNSANLIK TÜRKÜLERİ VE BİR CÜMBÜŞÜN TELLERİNDE KARDEŞ OLABİLMEK

Çarşamba, August 19, 2009


Eskiden bizler için çok önemliydi vasiyet.

Hele malla mülkle bir alakası yoksa çok çok önemliydi.
İdam mahkumunun son arzusu gibi bir şey.Yapmasan olmaz. Bir başkasının ruhunu incittiğin için senin ruhun da sonsuza dek azapta kalır. Bu nedenle bir vasiyeti yerine getirmek, bir emaneti korumak için yıllarını hatta ömürlerini harcamış insanların öyküleri anlatılırdı çocuklara. Oğlanlar öyle olsun, kızlar öyle adamları beğenip varsın diye.

Biz belki; damlara serili yataklarımızda yıldızları seyrederken, anne babadan çok nene ve dedelerimizin uyumamızı sabırla beklerken anlattığı bu tür öyküleri dinlemiş olan son kuşağız. Eski insanlığı bilen son kuşak.

Cumhurbaşkanı da başbakan da, kararda imzası, yetkisi olan tüm bürokratlar da -kimi hiç yer yatağını görmemişse da- bu kuşaktan. Son kuşak.

Sonra dedeler neneler gitti, masallarla türküler gitti, hayatımızdaki değerler gitti başka değerler geldi. Kendimizi, hangi konumda olursak olalım kifayetsiz ve kuvvetsiz yapan bir hayat geldi. Kendimizi, "başarı" diye bir kavramla kandırabilmek geldi. Kibir geldi. Pek bir modern olduk sandık. Hayatımızdan aşk gitti, ilişkiler geldi. Dağınık bahçelerimiz gitti, bağlarımız gitti, anasının nikahına labratuvarda üretilmiş üç beş domates geldi. Çocuklarımızın oyun alanı olan mahalleler, sokaklar gitti. Daracık odalar bilgisayarlar geldi. Neyse uzatmayalım. Ama bir şeyler çok radikal ve çok hızlı değişti. Son kuşlar gibi eskiyi bilen ve hatırlayabilen son kuşak olarak kalacağız.

Eskiden yaz akşamları sokaklarımızda, tarlalarda, harman kaldırmalarda, düğünlerde, kına gecelerinde, kısır düğün denen genç erkeklerin eğlencelerinde dinleyebildiğimiz müzik, şimdilerde üç beş çok değerli insanın dilinde yada içinde, derinlerde.

Aram Tigran Usta bunlardan biriymiş. Ne yazık ki çok geç keşfettim.
O, Ortadoğu'nun, Mezopotamya'nın, insanlığın şarkılarını söylemiş.
Hangi dillerde söylerse söylensin, söylenen insanlığın şarkılarıysa, buralarda birbirimizi anlarız biz.
Çünkü bu coğrafyada şarkılar dil kadar gönülle söylenir. Hüzünle, coşkuyla, hasretle, umutla, kırıklıkla, acının ve insanın hayatın adaletsizliği karşısındaki çaresizliğinin bilgeliğiyle söylenir.

İnsan bu gönül dilini nece olsa anlar. Kazım'ın Hemşince söylediği türküler gibi, Feyruz'un Arapça söylediği türküler gibi.

Kim hangi türküyü beğenirse hangi dilden olursa olsun, alır kendi dilinde söyler. Kimse ses çıkarmaz. O türküler o koca coğrafyanın türküleri olur. Ortak türküler olur.

Aram Tigran'ın türküleri böylesine geniş bir coğrafyanın müziğidir. Kimseye yabancı gelmez.

Ama o bu topraklara yabancı ilan edildi.

Yetmiş yaşlarında yaptığı vasiyeti tutulmadı.

"Acıları unut. Unutmazsak kardeşlik mümkün olmaz" diyen bir gönül adamının vasiyeti tutulmadı.

Eyvah eskiyi bilen son kuşağa,
Eyvah ruhlarımıza.