Çarşamba, August 19, 2009
Eskiden bizler için çok önemliydi vasiyet.
Hele malla mülkle bir alakası yoksa çok çok önemliydi.
İdam mahkumunun son arzusu gibi bir şey.Yapmasan olmaz. Bir başkasının ruhunu incittiğin için senin ruhun da sonsuza dek azapta kalır. Bu nedenle bir vasiyeti yerine getirmek, bir emaneti korumak için yıllarını hatta ömürlerini harcamış insanların öyküleri anlatılırdı çocuklara. Oğlanlar öyle olsun, kızlar öyle adamları beğenip varsın diye.
Biz belki; damlara serili yataklarımızda yıldızları seyrederken, anne babadan çok nene ve dedelerimizin uyumamızı sabırla beklerken anlattığı bu tür öyküleri dinlemiş olan son kuşağız. Eski insanlığı bilen son kuşak.
Cumhurbaşkanı da başbakan da, kararda imzası, yetkisi olan tüm bürokratlar da -kimi hiç yer yatağını görmemişse da- bu kuşaktan. Son kuşak.
Sonra dedeler neneler gitti, masallarla türküler gitti, hayatımızdaki değerler gitti başka değerler geldi. Kendimizi, hangi konumda olursak olalım kifayetsiz ve kuvvetsiz yapan bir hayat geldi. Kendimizi, "başarı" diye bir kavramla kandırabilmek geldi. Kibir geldi. Pek bir modern olduk sandık. Hayatımızdan aşk gitti, ilişkiler geldi. Dağınık bahçelerimiz gitti, bağlarımız gitti, anasının nikahına labratuvarda üretilmiş üç beş domates geldi. Çocuklarımızın oyun alanı olan mahalleler, sokaklar gitti. Daracık odalar bilgisayarlar geldi. Neyse uzatmayalım. Ama bir şeyler çok radikal ve çok hızlı değişti. Son kuşlar gibi eskiyi bilen ve hatırlayabilen son kuşak olarak kalacağız.
Eskiden yaz akşamları sokaklarımızda, tarlalarda, harman kaldırmalarda, düğünlerde, kına gecelerinde, kısır düğün denen genç erkeklerin eğlencelerinde dinleyebildiğimiz müzik, şimdilerde üç beş çok değerli insanın dilinde yada içinde, derinlerde.
Aram Dikran Usta bunlardan biriymiş. Ne yazık ki çok geç keşfettim.
O, Ortadoğu'nun, Mezapotamya'nın, insanlığın şarkılarını söylemiş.
Hangi dillerde söylerse söylensin, söylenen insanlığın şarkılarıysa, buralarda birbirimizi anlarız biz.
Çünkü bu coğrafyada şarkılar dil kadar gönülle söylenir. Hüzünle, coşkuyla, hasretle, umutla, kırıklıkla, acının ve insanın hayatın adaletsizliği karşısındaki çaresizliğinin bilgeliğiyle söylenir.
İnsan bu gönül dilini nece olsa anlar. Kazım'ın Hemşince söylediği türküler gibi, Feyruz'un Arapça söylediği türküler gibi.
Kim hangi türküyü beğenirse hangi dilden olursa olsun, alır kendi dilinde söyler. Kimse ses çıkarmaz. O türküler o koca coğrafyanın türküleri olur. Ortak türküler olur.
Aram Dikran'ın türküleri böylesine geniş bir coğrafyanın müziğidir. Kimseye yabancı gelmez.
Ama o bu topraklara yabancı ilan edildi.
Yetmiş yaşlarında yaptığı vasiyeti tutulmadı.
"Acıları unut. Unutmazsak kardeşlik mümkün olmaz" diyen bir gönül adamının vasiyeti tutulmadı.
Eyvah eskiyi bilen son kuşağa,
Eyvah ruhlarımıza.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder