Ölümün ardındaki sır nedir?
Neden her şeyi temize çeker bir tek ölüm?
Biz neden ansızın kaybettiğimiz insanın egosuyla ilgili her şeyi silip, en derin insanlığıyla, ruhuyla baş başa kalıveririz.
Bir ölünün, bir ölümlünün ardından nasıl bu denli sarsılır günlük paradigmamız?
Dün Kızılay Meydanı eski meydandı sanki. Sanki Kızılay binası hiç yıkılmamış gibiydi. Ya da yıkılmış da yerine Kızılay’daki kalabalığı seyrekleştiren, gürültüleri dağıtan ferah, güzel ve bu meydanı meydan yapan bir park kurulmuştu epeydir.
Bir hafta önce kendilerine Cumhuriyetçi diyen bir kitlenin yürüyüşünü, dün de, 11 Kasım’da da bu cenazeyi görmek istemiş ve gitmiştim. İkisine de kendimi ayırarak katılmıştım. Milat İki bin altı yaşında iken memleketimde neler oluyor diye merak etmiştim.
Cumhuriyetçilerin; ne yapacağını çok da bilemez, oldukça kızgın, eğitimli, orta sınıf , yolsuzluğa ve yoksulluğa pek de değinmeyen, tüm ayak diremelerine karşın ırkçılığa sürüklenen söylemlerinden rahatsız olmuşum.
Cenaze böyle değildi.
Devlet töreninin griliğine, siyahlığına, sansürüne, duyguyu dışlayan katılığına ve sistemi dayatan yapısına ve bir de abartılmış dinselliğe karşın halk cenazesiydi izlediğim.
Dün meydanlar meydandı yine, halklar halk.
Dün; halk için yoksulluk bir söylem değildi istenirse çözülebilir bir şeydi. Yoksulluğu çözmeye gayret etmiş, belli somut gelişmelere imza atmış, yaşamlarına iyi şeyler sağlamış bir adamı kaybedenler oradaydı. Hak bir söylem değildi, bağımsızlık bir söylem değildi. Uğruna ne kadar yenilirsen yenil, arada bir saparsan sap, mücadele edilmesi gereken temel insanlık hedefleriydi.
Dün alanlarda eski CHP vardı. Biraz yaşlı biraz yorulmuş biraz ne yapacağını? Nereye gideceğini? Nereye akacağını bilmez ama hala dirençli ve umutlu bir CHP. En azından ne olmayacağı? Ne yapmayacağı konusunda kafası çok net olan insanlar.
Dindar insanlar vardı. Dininin yanında sınıfının farkında olan insanlar. Onlar bugünkü fırsatçı, liberal, dayatmacı rüzgarın önünde eğilmemişlerdi.
Anadolu’dan insanlar vardı. Çoktular. Çok fazlaydılar. Büyük kent insanı gibi değildiler. Sıradan olduklarının bilincini yitirmemişlerdi. Kapitalizmin her biri tükettiği bir ürün nedeniyle kendini özel sanan çıkmazlarda dolaşan insan suretlerine dönüşmemişlerdi.
Sınıf vardı Ankara’da dün.
Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi, Alevisi, Sünnisi hepsi vardı ama hepsi halk olarak oradaydı.
Ve DSP tüm varlığıyla oradaydı. Her zamanki gibi ağırbaşlı ve sakin. Töreni istismar etmeyen,edilmesine fırsat tanımadan, boşluk bırakmadan, cenazeyi gerçek sahibinin, halkın kaldırması için elinden gelenin en iyisini yapan DSP. Partilerini de gerçek sahibinin, halkın kalkındırmasına izin vereceğini umduğum DSP. Törende sahiplendiğini politikada da sahiplenebileceğini dilediğim DSP.
Dün Ankara’da vefa vardı. Yapılanlar kadar niyetleri de anlayabilen ve niyetlere de vefa duyabilen insanlar; kasabalarından, köylerinde çıkıp çıkıp gelmişti.
Bağışlama vardı. Niyete karşın yapılan temel yanlışların da, bazılarını bizzat ödemiş olanlar da dahil, bağışlandığını göstermek istediler.
Uykusuzluk, yorgunluk, keder vardı.
Kederinin paylaşıldığı dayanışma.
Dayanışmanın yarattığı umut.
Umudun şiiri vardı.
Çocukları yoktu yalnızca.
Çocuğu olmayan bir topluluk gibiydi Dün Ankara.
Zararı yok onların da çocukları yoktu.
Onların çocukları Dün Ankara’ydı.
21 Kasım 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder