21 Kasım 2011 Pazartesi

TANINMIŞLIK VE KALICILIK ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ 2

Ocak 2, 2009




Serra Yılmaz ve Hülya Avşar.

İkisi de kadın.

İkisi de oyuncu.

İkisi de sinemamız için, sinema için büyük şans.

Sıradışı bir yetenekleri var. Olağanüstü hatta vahşi denebilecek, büyülü, buğulu, sıcak bir ilişkileri var kamerayla.

İkisi de yeteneklerinin farkında.

Ama işte ortaklıkları buraya kadar. Belki bir de son oynadıkları film. Buradan sonra ayrışıyorlar ve esas yol burada başlıyor.

Şöyle bir tepeden baktığımızda bu ayrışmanın oldukça kalın çizgilerle vurgulandığını görüyoruz.

Dürbüne bile gerek kalmıyor.

Birini, sinemaseverler iyi tanıyor. Hem sadece Türkiyedekiler de değil.Özellikle sinemanın, yalnız Hollywood yapımları olmadığının farkındaki izleyici için, Serra Yılmaz merak duyulan takip edilen saygıyla anılan bir isim.

Diğerini, tüm Türkiye tanıyor. Ama sinemaseverlerin kaçı onun farkında bilinmez. Hatta iteledikleri bile söylenebilir. Sinemacıların da buna yakın bir tavrı olduğunu düşünmüyor değilim.

Biri, oyuncu/sinemacı kimliğini sonuna kadar sahiplenmiş götürüyor.

Diğeri, bugün olmuş; 'Türkiye'nin en iyi oyuncusuyum'dese iyi, 'En güzel kadınıyım' tartışmalarının içinden çıkamıyor. Serra Yılmaz'ın bir söyleşisinde; kimseyi hedef almayıp yalnızca kendini ifade etmek için kullandığı tümce, işte tam buraya çok iyi oturuyor.'Ben güzel olmakla yükümlü değilim' diyor 'Ben oyuncuyum' Mankenlerin bile kendilerini sanatçı sandığı bu ülkede bu tavrı müthiş buluyorum.

Biri, ancak, sinemayla,içinde yer aldığı filmle, filmografisiyle, festivalle, sansürle ilgili bir konu olduğunda karşımıza çıkıyor.

Diğeri, hergün telvizyonlarda, gazetelerde. Ne kadarı onun isteğidir bilmiyorum ama, son on-onbeş yıldır annesi, kocası, kızkardeşi, rakipleri, terzisi bahane edilerek de olsa Hülya Avşar'ın haber olmadığı gün var mıdır?

Biri, bir başka meslekte (mütercim tercümanlık) en iyilerden biri olmasına rağmen sinemacılığını da önemseyip, en az onun kadar emek veriyor.

Diğeri, oyuncu kimliğini ,show programı yapmak, şarkıcı olmak gibi farklı alanlarda 'ben varım' diyebilmek için kullanıyor sanki. Bir anlamda oyunculuk kimliğini bizzat kendisi istismar ediyor. Bu da, bütün bu karmaşa içinde yeteneklerin su üstüne çıkması zor olan bir coğrafyada insanın içini acıtıyor.

Biri, yönetmen, senaryo, rol gibi konularda titiz ama ondan sonra rolü ne gerektiriyorsa onu yapıyor. Çıplak-giyinik, iyi-kötü, uçuk-kaçık ne olursa oynuyor. Ama iyi oynuyor.

Diğeri, yaşamında son dönem edindiği, ulaşılmaz vamp kadın imajını sinemada da sürdürmeye kararlı, işi figüranın omzuna yüklüyor. Başrol oynadığı filmi bile önemsemediğini düşünüyor insan. Sinemada 'dışlak oyuncu' denilen maskelemeyi kendi yaşamına, ruhuna taşıyor sanki...

Biri, sinemayla ilgili her konuda taraf. Sansür olmasın, sanata yasak gelmesin diye özel çaba gösteriyor.

Diğeri; kendi filmine yasak geliyor -ki yeteneğini 'Berlin In Berlin'kadar iyi kullandığı bir filmdir 'Salkım Hanımın Taneleri'- ciddi anlamda bir karşı duruşunu görmüyoruz.

Bu iki kadından yarına kalacak olan sizce hangisi? Yok. Hayat bu kadar da basit değil.

Bugün Marilyn Monroe hangi nedenle yaşıyor?

Ben oyumu Serra Yılmaz'dan yana kullanıyorum.

Her ikisi için de kullanmak isterdim.

Belki, belki bir gün şey olur, Hülya Avşar oyunculuktaki büyük yeteneğini kendisi de keşfeder, yüzleşir, barışır

O zaman bu iki kadını tutmayın gitsin.

Ne inanılmaz filmler yaparlar.


ARALIK 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder