11 Nisan 2025 Cuma

Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı romanı üzerine

Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı Destansı bir Epik öyküsü var mı ? yok. Aşırı bir duygu yoğunluğu görülüyor mu? Hayır..! Cinsellik sezinliyor musunuz ? Kapıdan geçmemiş... Ama ne hikmetse ; elinize aldığınızda bitirinceye kadar elinizden bırakamayacağınız gerçek bir yaşanmışlık öyküsünün ustaca kurgulanmış akışkan bir olay örgüsü var... Ve ayrıca vesvese yaratmayacak yalın arı ve duru bir dille anlatılmış olması, hadiseyi daha ilk paragraflarda benimsetip, kitapla bütünleştiriyor. Yazarın ilk roman denemesinde göstediği bu ezgi ağıt türkü tadındaki şiirsel anlatım ustalığının devamı, yazın dağırcığımızı dolduracak niteliktedir. İşlenen konunun, bu coğrafyada yaşanmış yokluk ve acılarla dolu “toplumsal gerçekci” sorunsalının sosyolojisine hiç girmiyorum... Yolun açık olsun Müjgan(!) E. G.

9 Nisan 2025 Çarşamba

Söyleşi/Aziz Şeker/Sosyalhizmetuzmani

Güven TUNÇ ile Edebiyat ve Sosyal Hizmet Üzerine Bir Söyleşi (2023) Güven Tunç, Sosyal Hizmetler Akademisinde okudu. Yazmaya; "Gökyüzünü Arayan Mavi" adlı bir öykü kitabı ile başladı. Çocuklar için yazdığı; "Benim Haklarım" ve "Bir Anadolu Masalı" adlı iki kitapçık ve "Elimsende-Benim Haklarım Annemin Hakları Dünyamın Hakları" adlı bir kitabı ile öykülerden oluşan "Sonbaharda Körebe" adlı bir e-kitabı bulunuyor. "Şehrin Zulası-Ankara Kalesi" adlı kitabın yazarlarından biri. 2011'de "Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir-Ankara'nın Mekânları Zamanları İnsanları" ile 2014 başında ise “Sen Çok Yaşa Babaanne” adlı kitabı yayımlandı. Son kitap bir roman, "Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı"… aynı zamanda meslektaşım… Yazarak, hayata dokunmaya devam ediyor… Aziz ŞEKER: Merhabalar, bizi kırmayarak bu söyleşiyi gerçekleştirmeye olanak tanıdığınız için öncelikle teşekkür ederiz. Sizi tanıyabilir miyiz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Edebiyat alanında eserler verdiğinizi ve bu anlamda çalışmalarınızı sürdürdüğünüzü biliyoruz, söyleşide o kısma geçmeden önce, mesleğinizle ilgili sormak istiyorum. Sosyal hizmet/sosyal çalışma eğitimi aldığınızı biliyoruz. İnsanı en büyük değer gören bir mesleğin aynı zamanda eyleyenisiniz. Meslekle olan tanışıklığınız, başka bir ifadeyle meslek maceranız hakkındaki deneyiminizi/görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Güven TUNÇ:Mavi" adlı bir öykü kitabı ile başladı. Çocuklar için yazdığı; "Benim Haklarım" ve "Bir Anadolu Masalı" adlı iki kitapçık ve "Elimsende-Benim Haklarım Annemin Hakları Dünyamın Hakları" adlı bir kitabı ile öykülerden oluşan "Sonbaharda Körebe" adlı bir e-kitabı bulunuyor. "Şehrin Zulası-Ankara Kalesi" adlı kitabın yazarlarından biri. 2011'de "Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir-Ankara'nın Mekânları Zamanları İnsanları" ile 2014 başında ise “Sen Çok Yaşa Babaanne” adlı kitabı yayımlandı. Son kitap bir roman, "Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı"… aynı zamanda meslektaşım… Yazarak, hayata dokunmaya devam ediyor… Aziz ŞEKER: Merhabalar, bizi kırmayarak bu söyleşiyi gerçekleştirmeye olanak tanıdığınız için öncelikle teşekkür ederiz. Sizi tanıyabilir miyiz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Edebiyat alanında eserler verdiğinizi ve bu anlamda çalışmalarınızı sürdürdüğünüzü biliyoruz, söyleşide o kısma geçmeden önce, mesleğinizle ilgili sormak istiyorum. Sosyal hizmet/sosyal çalışma eğitimi aldığınızı biliyoruz. İnsanı en büyük değer gören bir mesleğin aynı zamanda eyleyenisiniz. Meslekle olan tanışıklığınız, başka bir ifadeyle meslek maceranız hakkındaki deneyiminizi/görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: İnsan onur ve haysiyetini en yüksek değer olarak gören sosyal hizmetin, edebiyatla da ilişkisi bu değerler noktasında kesişmiyor mu sizce? Sonuçta her ikisi de insanla başlıyor, insanı dert ediniyor… Bu açıdan bakıldığında edebiyatta/yapıtlarda olması gereken değerler açısından neler söylemek istersiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Yine mesleğe dönelim… Sosyal hizmetin günümüz koşullarındaki imajı hakkındaki düşünceleriniz? Olması gerektiği yere geldi mi ya da neden gelemedi? Açıkçası Ülkenin reel sosyal sorunları konusunda sosyal hizmet yeterince etkin mi? Nasıl bir paradigmaya sahip olması gerekir sosyal hizmetin, ülkenin yapısal sorunları haline gelmiş olan yoksulluk, kadına yönelik şiddet, işsizlik, göç, çocuk gelinler, sosyal dışlanma vb sorunların çözümü konusunda? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Edebiyat-sosyal hizmet ilişkisini nasıl ele alıyorsunuz, buradan hareketle sosyal hizmet öğrencilerine, meslek elemanlarına, akademisyenlerine edebiyat söz konusu olduğunda neler söylemek istersiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Yapıtlarınızdan biraz söz eder misiniz? Hangi konular etrafında okurunuza sesleniyorsunuz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Son çalışmanız yanılmıyorsam bir roman. Bende olan son çalışmanız desem daha doğru olur: “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı.” Roman, yeni yapıtlara doğru yola alacağınızı hissettiriyor. Okuduğumda bende oluşan duygu bu idi. Var mı yeni çalışmalar? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Toplumsal cinsiyet normlarının hâkim olduğu, sırtını Ortadoğu’ya yaslamış bir coğrafyada yaşıyoruz. Kamusal alanın birçok yüzünde ataerkil yapı egemen. Toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında edebiyatta da uzun bir dönem eril söylemin baskın olduğu görülür. Yazarlar açısından da bu böyledir, roman kahramanları açısından da. Ne yazık ki, kadın ikincil kılınmaktadır. Evet, bir roman kadın yazarı olarak yazma uğraşınızda yaşadığınız sıkıntılar oldu mu? Yazarlığı düşünen kadınlara neler önerirsiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Toplumsal eşitsizliklerin yoğun yaşandığı bir dünyanın sakinleriyiz. Mutlu azınlığın karşısında giderek büyüyen bir yoksul kitlesi yaşam mücadelesi veriyor. Küreselleşmeyle de birlikte yeni risklere açık bir insanlığın, sorunlarıyla nasıl mücadele etmesi gerektiği tartışıla geliyor. Bu çerçeveden bakıldığında gelecekteki toplum öngörünüzü okurlarımızla paylaşabilir misiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Sorularımıza verdiğiniz yanıtlar için en dileklerimizle sevgilerimizi sunar, teşekkür ederiz. Mavi" adlı bir öykü kitabı ile başladı. Çocuklar için yazdığı; "Benim Haklarım" ve "Bir Anadolu Masalı" adlı iki kitapçık ve "Elimsende-Benim Haklarım Annemin Hakları Dünyamın Hakları" adlı bir kitabı ile öykülerden oluşan "Sonbaharda Körebe" adlı bir e-kitabı bulunuyor. "Şehrin Zulası-Ankara Kalesi" adlı kitabın yazarlarından biri. 2011'de "Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir-Ankara'nın Mekânları Zamanları İnsanları" ile 2014 başında ise “Sen Çok Yaşa Babaanne” adlı kitabı yayımlandı. Son kitap bir roman, "Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı"… aynı zamanda meslektaşım… Yazarak, hayata dokunmaya devam ediyor… Aziz ŞEKER: Merhabalar, bizi kırmayarak bu söyleşiyi gerçekleştirmeye olanak tanıdığınız için öncelikle teşekkür ederiz. Sizi tanıyabilir miyiz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Edebiyat alanında eserler verdiğinizi ve bu anlamda çalışmalarınızı sürdürdüğünüzü biliyoruz, söyleşide o kısma geçmeden önce, mesleğinizle ilgili sormak istiyorum. Sosyal hizmet/sosyal çalışma eğitimi aldığınızı biliyoruz. İnsanı en büyük değer gören bir mesleğin aynı zamanda eyleyenisiniz. Meslekle olan tanışıklığınız, başka bir ifadeyle meslek maceranız hakkındaki deneyiminizi/görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: İnsan onur ve haysiyetini en yüksek değer olarak gören sosyal hizmetin, edebiyatla da ilişkisi bu değerler noktasında kesişmiyor mu sizce? Sonuçta her ikisi de insanla başlıyor, insanı dert ediniyor… Bu açıdan bakıldığında edebiyatta/yapıtlarda olması gereken değerler açısından neler söylemek istersiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Yine mesleğe dönelim… Sosyal hizmetin günümüz koşullarındaki imajı hakkındaki düşünceleriniz? Olması gerektiği yere geldi mi ya da neden gelemedi? Açıkçası Ülkenin reel sosyal sorunları konusunda sosyal hizmet yeterince etkin mi? Nasıl bir paradigmaya sahip olması gerekir sosyal hizmetin, ülkenin yapısal sorunları haline gelmiş olan yoksulluk, kadına yönelik şiddet, işsizlik, göç, çocuk gelinler, sosyal dışlanma vb sorunların çözümü konusunda? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Edebiyat-sosyal hizmet ilişkisini nasıl ele alıyorsunuz, buradan hareketle sosyal hizmet öğrencilerine, meslek elemanlarına, akademisyenlerine edebiyat söz konusu olduğunda neler söylemek istersiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Yapıtlarınızdan biraz söz eder misiniz? Hangi konular etrafında okurunuza sesleniyorsunuz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Son çalışmanız yanılmıyorsam bir roman. Bende olan son çalışmanız desem daha doğru olur: “Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı.” Roman, yeni yapıtlara doğru yola alacağınızı hissettiriyor. Okuduğumda bende oluşan duygu bu idi. Var mı yeni çalışmalar? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Toplumsal cinsiyet normlarının hâkim olduğu, sırtını Ortadoğu’ya yaslamış bir coğrafyada yaşıyoruz. Kamusal alanın birçok yüzünde ataerkil yapı egemen. Toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında edebiyatta da uzun bir dönem eril söylemin baskın olduğu görülür. Yazarlar açısından da bu böyledir, roman kahramanları açısından da. Ne yazık ki, kadın ikincil kılınmaktadır. Evet, bir roman kadın yazarı olarak yazma uğraşınızda yaşadığınız sıkıntılar oldu mu? Yazarlığı düşünen kadınlara neler önerirsiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Toplumsal eşitsizliklerin yoğun yaşandığı bir dünyanın sakinleriyiz. Mutlu azınlığın karşısında giderek büyüyen bir yoksul kitlesi yaşam mücadelesi veriyor. Küreselleşmeyle de birlikte yeni risklere açık bir insanlığın, sorunlarıyla nasıl mücadele etmesi gerektiği tartışıla geliyor. Bu çerçeveden bakıldığında gelecekteki toplum öngörünüzü okurlarımızla paylaşabilir misiniz? Güven TUNÇ: Aziz ŞEKER: Sorularımıza verdiğiniz yanıtlar için en dileklerimizle sevgilerimizi sunar, teşekkür ederiz.

Söyleşi/sosyal hizmet magazin

8 Nisan 2025 Salı

Ay Dilbere romanı üzerine/ Ali Erkan Güneri

GÜVEN TUNÇ - AY DİLBERE (*) “Bir tarih sanki gözlerimin önünden akıp giden, Geçmiş günleriniz, iki, üç, beş oluşunuz, birken Oğullar, kızlar, yavrularınız, yaşadıklarınız. Aklıma bugünü hazırlamanız geliyor dünden” (**) Kasım 2024’te yeni bir kitapla çıktı karşımıza Güven Tunç. 1958 Erzincan doğumlu olan yazarımız Sosyal Hizmetler Akademisi 1980 yılı mezunudur. Yaşamını Ankara’da sürdürmektedir. Yazarın basılmış diğer eserleri: Gökyüzünü Arayan Mavi, Alan Yayınevi, 1992. Şehrin Zulası Ankara Kalesi (ortak yazar), İletişim Yayınevi, 2005, Elimsende-Akademi Matbaası, 2009. Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir, Dipnot Yayınevi, 2011. Sen Çok Yaşa Babaanne-Ürün Yayınları, 2013. Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı, Ürün Yayınları, 2019. “Gelmekte olan güneşin tutuşturduğu kızıllıktan hayat dolu bir şafak söküyor.” (s. 11) İşte bu şafakla başlıyoruz romana. Sanki bir fotoğraf gibi geliyor gerçekler gözümün önüne… Güven Tunç dört kuşağı ele alıp anlattığı “Ay Dilbere”sini “Ya Hızır” deyip salmış memlekete/vatana; oradan kentlere, şehirlere. O gözeleri, akan suları, gümleyen suları, şelaleleri, esen rüzgârları, fırtına ile savura savura vermiş; yönlendirmiş yüreğimize doğru başarıyla… O çapraz bağlantıları, insanlığı, Doğu’yu, Batı’yı, dünyayı gösteriyor okuyucuya… “Âdem ile Havva’nın… dünyada ayak bastıkları ilk yer… İlk buğday ilk arpa ilk nar ilk elma ilk aşk… ilk aşk şiiri… ilk karanfilli elma” (s. 14) “Uzun yürüyüş” böyle başlıyor. Acılarla örülmüş, örtülmüş “tehcir”, sürgün günlerine günümüzden bakmak da aynı acıları yaşatıyor insana. Bugün baktığımızda yalnız kalan canlar; bırakılan, savrulan o azgın sularla bir yerlere dağılan insanların acıları, mutlulukları, umutları günümüz koşullarında yoğrulup verilmiş drajeler hâlinde. Herkes ayrı ayrı yaşasa da… Yudum yudum içiyorsunuz ama boğazınızda tıkanıyor su oysa kitap su gibi akıyor, acılar takılıp kalıyor boğazınıza. Tıpkı ikizini özleyen kahramanımız “Hesen” gibi. “Hesen daha çok kendisiyle konuşurdu… bacısıyla konuşurdu... Çocuklarıyla, akrabalarıyla, keçiyle, kuzuyla, yağmurla, karla, rüzgârla, taşla, canlı cansız tüm varlıklarla konuşurdu.” (s. 20) Bulaşıcı mıdır ne? Ben de başladım kendimle konuşmaya, “Ay Dilbere” ile konuşmaya, yokluğunda yazar Güven Tunç’la konuşmaya, arada bir de Hesen’le… “Mayınlar, dikenli teller olmasa da bu geçilmezlik, o şehre dağlardan bakan insanın yüzüne öylesine keskin ve aşağılayıcı çarpıyordu ki nefesi boğazında kesiliyordu.” (s. 22) “Derin bir nefes aldı. Bir daha bir daha bir daha… Toprak kokusuydu bu! Çiğdem mi? Kardelen mi? Nergis mi? Sümbül mü? Kekik mi? Ne kokuyorsa baş döndürücü kokuyordu… Kanla karışmış bu toprak nasıl kan değil de böyle kokabilirdi?” (s. 23) Gümbür gümbür akan sular almış yazarımızı rüzgârlar eşliğinde fırtınalarla bir kente, bir dağlara savurmuş. O da muhteşem savrulmalarla bizleri o mis gibi kokan dağların toprağından alıp ilaç kokan huzurevinin boş koridorlarında dolaştırıyor. Hepsi yudum yudum sudur billur kadehlerle, bülbül seslerinde, yılan ıslıklarında; nergis, sümbül kokularında; kanla yıkanmış topraklarda... “Tehcir” “Zorunlu Göç”, “Sürgün”… Adına ne derseniz deyin acıların kol gezdiği, akıl almaz günler sonunda yurtlarından olan, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan kuşaktan arta kalan insanlar, bu gidenlerin yaşadıklarını görüp bir şekilde oradan kaçıp dönenlerle oralarda yaşayan ikinci kuşak ve kentlere, büyük şehirlere giden, göçen 3. kuşak insanları ve orada en son 4. kuşak… Hepsi yurt hasretiyle tutuşan, yaşamın acılarıyla hemhal olmuş insanlar işleniyor bu romanda çağdaş bir bakışla. Bağlantılı olarak da kent hayatında hukuk büroları, sinema, ödüllü belgeseller, festivaller ve huzurevleri; çalışanları, üretenleri ile yer alıyor. Bu etkileşimi, bu kurguyu yan ögelerle besleyerek merak uyandıran yazar, çağımızdan geriye bakarak hepsini birbirine bağlamış. Yazar, romanı ayrı ayrı bölümler ve başlıklar hâlinde irdeleyerek yol alıyor. Bölümler adını aldığı fırtınalar, rüzgârlarla örülmüş. Ateş, su, toprak, hava, kadın, aşkla işlenmiş. Her işin başı olan aşkla, sevdayla... Bu yöntem okuyucuya büyük kolaylık sağlıyor, rahat okumasına yardımcı oluyor, eşlik ediyor yazar okura. Aklınıza takılan sorulara anında ya da sonraki bölümlerde yeterli cevabı bulabiliyorsunuz. Güven Tunç, ilmek ilmek bir kanaviçe işler gibi insanı işlemiş “Ay Dilbere”de. Bir yazar olarak üzerine düşen tarihi görevini yerine getirmiş, diğer taraftan bir sosyal hizmet uzmanı olarak mesleki yaklaşımını da kendisine tamamıyla katıldığım şekilde yansıtmış. Bu tavrıyla beni bir insan olarak o vatana, o dağlara, o göl gibi dingin ovalara, o dut ağaçlarına, turnaların peşine aldı götürdü bir seherin yelinde; yetmezmiş gibi bir meslek elemanı olarak da aldı huzurevi nöbetlerime, bir çariçenin peşine götürdü. Aynı duygular, aynı yaklaşımlar ve yaşanmışlıklarla… Buralarda insan olmakla buluştuk tıpkı Hakan’ın söylediği gibi o yerde… Romanda Sosyal Hizmet Uzmanı Hakan için “yaşlıları seviyordu Hakan. Yuvalardayken çocukları, yurtlarda görevliyken gençleri sevdiği gibi. İnsanı seviyordu aslında. Hocalarının dediği gibi mesleği seviyordu insandan dolayı.” (s. 68) Başka türlüsü olabilir mi? Bir insanlık dersi daha. Ve aşk! Ve savaş! Şehirde yaşayan Hesen’in kızı Asya, yeğenini sakinleştirmeye çalışırken kendi kendine anasıyla konuşur: “Ah anne! Hep söylüyorsun ‘sana kötülük yapana kızma öfkelenme’ diye. ‘… kin insanın kalbini karartır. Sen Hızır’a havale et. Düzgün Baba’ya bırak… Sen yola bak. Bizim yolumuz var. Yoksa biz nasıl dayanabilirdik o büyük kırıma? O kırımdan nasıl çıkabilirdik?’ diye dersin” (s. 44) Çözüm yolunu bulur rüzgârların savurduğu sokaklardan savaşlarda yaşanan aşktan oluşturduğu senaryodan Asya: “Bazı yerler var ki oralar savaşın en görülebilir sivil hali. Güya sivil hali tabii. Aslında cepheden beter belki”… “Bazen hakikat, hayal dünyasının yetemediği bir gerçeklilikle ve zenginlikle yaşanır.” (s. 62) der. Aşkın ve savaşın birleştiği yerlerden devam ederek. “… Kadının ruhunda aşkla birlikte, dünyamızı daha yaşanır kılacak ne güneşler doğar.” (s. 63) “Dünya öküzün boynunda durur derler ya… Aslında bir kadının kalbindeki aşkın yörüngesinde durur. Kalbindeki temiz duyguların ışığından doğar.” (s. 64) Analardır insanı insan eden. Akıldan çıkarlar mı hiç? Ya baba? Baba Hesen de “En özgür canlılar değil midir bizde kadınlar? Bir de yalnızlarsa… Bilirsin… Onlar ceylanlar gibi, onlar rüzgârlar gibi, onlar akıp giden sular gibi özgür ve uludur. Kutsalımızdır…” (s. 82) diyerek oralarda onlara kimsenin dokunamayacağını belirtir. "Ay Dilbere”de Güven Tunç bugünden geçmişe bakarken seçtiği, kendine has sözcükler ve betimlemelerle okuyucuya çok güzel çekilmiş bir fotoğraf sunuyor. Okuyucu olarak fotoğrafı izlemekten ziyade etkileyici, insanı sarsan bir filmi izliyor hissine kapılıyoruz. Bizim de kalbimiz Deniz’in “kırık kalbi” gibi “tüm ince yerlerinden kanıyordu”… Kitap hakkında genel hatlarıyla bir bilgi sundum sizlere. Okuduğunuzda bana hak vereceğinizi biliyorum. Hep birlikte de Güven Tunç’u anlamış olacağız kanısındayım. Tarihe olan saygısını bize fırtınalar, çağlayan sular eşliğinde aşkla çarpıcı sahneleri olan, etkileyici bir film sunulmuş gibi bıraktım elimden “Ay Dilbere”yi “Ya Hızır” diyerek. “Sen yola bak. Bizim yolumuz var.” diyor ya Zerife. Sen de o yola bak. “Ay Dilbere”nin yolu da açık olsun Güven Tunç… Ali Erkan Güneri / 30 Kasım 2024 (*) Ay Dilbere, Roman, KKM Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2024, 224 sayfa (**) “Bir Günü Daha Yaşamak” adlı şiirimden alınmıştır.

20 Mart 2025 Perşembe

Bahar Gündönümü / Ay Dilbere / Giriş

"KUZEY YARIM KÜRE BAHAR GÜNDÖNÜMÜ MART DOKUZU 1. SU 21 Mart. Tan atımı. Yukarı Fırat Havzası / Batıucu Platosu. Ezeli suların, kutsal dağların ve eteklerinde uzanan geniş, kerim ve bereketli ovaların güzel diyarı... Bu güzel diyardaki olağanüstü bir mevsim geçişi. Yeryüzünün özel yaratılmış bölgelerinden birinde, yeni bir yıla uyanışın görkemli gecesi... Yukarı Fırat Havzasının geniş, ferah batıucu platosunda, bin bir yıldır yinelenen gün dönümü dansının bütün yörede yaşanacağı bir Leyl ü nehar… Bir tek gündüzle gecenin eşit olduğu, bir tek o leyl ü neharda oluşan o büyük o inanılmaz o rengârenk dönüşüm… Burası kutsal sırlarla bezenmiş dağlar yurdu. Bu dağlardan, üç bin metre yükseklikten, vakarla; uzak denizleri, çölleri, vahaları, şehirleri, neredeyse yeryüzünü ve ruhunu kuşbakışı seyredebilen, bilen ve hissedebilen kadını, ihtiyarı, çocuğu, toprağı, suyu ve ateşi ile bir başka coğrafya… Zirveleri gökyüzüne ulaşan, gölgesi birbirinin üzerine düşen, yüksek, sarp, kayalık dağların ülkesi… Kendini bu dağların içinde koruyan derin derin vadilerin, dibi görünmez uçurumların, yüksek yüksek düzlüklerin… Debisi yüksek suların… Bir zamanlar eteklerinde uzanan geniş geniş ovalarda kurulu, şimdilerde kendisinden kopmuş, gitmiş, el olmuş, kaç kez yıkılmış kaç kez imar edilmiş, beş koca şehrin…" Roman böyle başlıyor... Ay Dilbere... Nevruz, Nevrozi, Newroz, Nevroz kutlu olsun

Ay Dilbere üzerinden bir söyleşi

Röportajı Yapan: İlhan Tomanbay Sosyal Hizmetler Akademisinden mezun meslektaşımız Güven Tunç’la bütün meslektaşları gurur duymaktadır. Çünkü o içimizden çıkarak adeta “dışa vurdu!”. Bu ne demek? Bizleri, meslektaşlarını aştı, zamanı aştı, günceli aştı ve önemli romanlarıyla Türk edebiyatında önemli bir yere oturdu. Meslektaşları kendisiyle ne denli gurur duysa azdır. Biz de bu gururla – sabırsızlıkla – son romanının çıkmasını bekledik. Yayınlanır yayınlanmaz kutlamaya koştuk. Kitabının yayınlandığı KKM Yayınlarının kitap dolu aydınlık salonunda kitabının tanıtım toplantısı yapıldı. Toplantı yöneticisi Hüsniye Şimşek Güven Tunç’u edebi yönüyle öyle güzel tanıttı ve kendisi de edebiyat üzerine görüşlerini anlatınca kitabını okuma sabırsızlığımız daha da arttı. Aldık, kendisine imzalattık ve okuma heyecanıyla evlerimize döndük. Özellikle sınıf arkadaşları ve birçok meslektaşları ve tanıyan diğer dostları kendisini yalnız bırakmamış, gelmişlerdi. Gün güzel geçti. Ay Dilbere adlı romanın adı bir kere okumaya itiyor insanı. Anlamak için, Ay Dilbere’nin ne olduğunu. Başlarda Anadolu’nun Fırat havzasını büyüleyici bir biçemle betimlemesi sizi daha baştan sarıyor. Sonra romanın içinde ara ara yeralan adeta “kilometre taşları” olan kısa arabaşlıklar insanı hem yeni heyecanlara yönlendiriyor hem okumayı yalınlaştırıyor ve hızlandırıyor. Yarıladım bile… Ama ara verdim. Yoksa Sosyal Hizmet Magazin’in çıkması gecikecek! Varol Sevgili Güven Tunç. Verimin kutlu ve büyük olsun. SORU: - Bize kendinizi tanıtır mısınız? - Sanırım en zorlandığım soru bu. Biraz çocukluğumdan başlayayım. Doğduğum şehir ve babamın görevleri nedeniyle dolaştığımız yerlerin çok renkli çok umutlu insanları, yaşantıları, evlatlarını okutma gayretleri, becerikli anneleri, çalışkan babaları, sinemaları, sokak oyunları, kilitlenmeyen kapıları ile zengin geçti. Ankara, ilk ve orta eğitimden sonra Sosyal Hizmetler Akademisi, mezuniyet, daha çok belediyelerde kreş ve toplum merkezi yöneticilikleri ile halka yakın görevlerde bulunma. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile de çalışma hayatını tamamlama. Bütün hayatımın yazmaya zemin olması ve yazmayla iç içe yürümesi. Okumaya, filmlere, hayallere kapılan bir insandım hep. İlk kitabım, Gökyüzünü Arayan Mavi, 1992 yılında yayımlandı. Sonra sırasıyla, Şehrin Zulası Ankara Kalesi kitabının yazarlarından biri oldum. Elimsende Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir/Ankara'nın Zamanları Mekanları İnsanları Sen Çok Yaşa Babaanne Ververan'da Bir Hüzzam Şarkı Ve bu yıl yayımlanan, Ay Dilbere SORU: - Çok güzel romanlarınız var. Bir yenisi de bugünlerde çıktı. Sizde roman yazma dürtüsünü tahrik eden ne olabilir? Roman yazma isteğini ortaya çıkaran... nedir? - Çok teşekkür ederim, önce yazmaya yönelişimden başlayayım çünkü sadece roman yazmadım. Bende yazma isteğimi kışkırtan çocukluğumdur. Komşularımızın renkliliği, dinlediğim masallar, bir çok dilde söylenmiş türküler, yaz sinemaları, şimdiki gibi el kadar değil, bildiğimiz o uçsuz bucaksız bahçeler, o bolluk o bereket o umutlu yaşamlar... Bir de özgürlük, eşitlik, kardeşlik özlemi. Roman içerdiği evren genişliği nedeniyle benim özlemlerimi anlatmaya uygun. Zaman ve mekan genişliği açısından bana olanaklar sunuyor. Bu nedenle romana yöneliyorum. SORU: - Sizde herhalde sanat deyince akla ilkkez edebiyat gelir. Sizce sanat içinde edebiyatın yeri nerededir? - Sanat deyince bende ilk edebiyat geliyor tabii ki ama yazıdan önce mağara duvar resimleri de bir dert paylaşımı bir duygu ve düşünce ifadesi bir tanıklık bir güzellik arayışı anlamında çok şey anlatıyor. Sözün, melodinin, çizimin insanlığın ilk başlangıcında çok farklı olmadığı kanısındayım. Edebiyatı; resmin, müziğin, plastik sanatların, görsel sanatların aynı kökten gelen olarak tanımlayabiliyorum kendi içimde. Çok net çizgilerle ayıramıyorum. Birbirini besleyen alanlar. SORU: - Sizce roman mı öykü mü? Benim edebiyat serüvenim öyküyle başlıyor. Öyküden vazgeçmiyorum. Roman kurgularımı bile öykü öykü geliştiriyorum. Roman bana, yüz yıllık değişimleri, yaşantıların çeşitliliğini, coğrafyaların büyüklüğünü, bol bol karakterler oluşturarak, olayları onların üzerinden anlatmayı sağlıyor. Roman yazmayı da öykü yazmak kadar seviyorum. SORU: - Romanla mesleğiniz arasında bir bağlantı kurun desek, neler söylersiniz? Öncelikle, böyle bir bağlantı var mı yok mu? - Genç meslektaşlarımla yazma üzerine yaptığımız bir çalışma olmuştu. O çalışma kitaplaştırılmıştı. Kitabın önsözünde yazdığım düşüncemi burada da söyleyeyim; Biz sosyal hizmet uzmanları insanlık hallerinin çoğuna şahit oluyoruz. Tanıklığımızın yanısıra birey/grup/toplumla çalışma yoluyla çözüm ortaklığı yapmayla görevliyiz. Çözümü de insan hakları ve insan haysiyeti çerçevesinde uygulamak ve geliştirmekle yükümlüyüz . Bu iki unsur, yazmak için çok iyi bir başlangıçtır diye düşünüyorum. SORU: - Sizce roman nasıl okunmalı? Okurlara neler tavsiye edersiniz? - Okur olarak sadece kendi adıma yanıt verebilirim. Gençlikte bir gecede bitirdiğim kitaplar çok olmuştur. Şimdi biraz daha günlere yayıyorum. Bazıları düşüne düşüne, sindire sindire okunuyor bazıları alıp peşine takıyor sizi sürüklüyor. Sonra bir bakıyorsunuz ki basit ve sürükleyici bulduğunuz roman midenize oturmuş. Oturup günlerce düşünüyorsunuz bu kadar sade anlatımla bu farkında olmadığımız, görmediğimiz olgu, olay, yaşanmışlığı bize nasıl aktarmış... Sanatın gücü bu olmalı. Roman, öykü, anı, inceleme ne olursa kitabı çok uzatmadan okumayı seviyorum. Zamanın ruhunu iyi yansıtan, zamanı, çevreyi, ortamı iyi betimleyen, gerçekçi, okuru eğitecek kişi değil paylaşacağı değerli bir arkadaşı olarak gören, toplumsal sorunları dışlamayan, dili akıcı, insancıl ve merak uyandıran, çözümü okurla birlikte bulmaya çalışan romanları daha çok severek okuyorum. SORU: - Romanlarınızın sizce ne kadar hayal ürünü ne kadarı sizin yaşamınızdan ürüyor? - Romanlarımın mutlaka dayandığı bir toplumsal gerçekliği oluyor. Onun üzerine hayal dünyamı katıyorum. Hayal dünyamı o gerçekliğin üzerinde, ipi gevşek bir uçurtmanın yükselebileceği kadar yükselmesine izin veriyorum. Buna rağmen okuyanların geri dönüşlerinde, roman kahraman ve karakterleriyle özdeşleşmişim gibi bir görüşle karşılaşıyorum. Roman sayımın az olmasından kaynaklanıyor. Ömrüm ve isteğim olur yazmayı sürdürürsem bu görüşün değişeceğini biliyorum. SORU: - Son olarak kendinize romanlarınızla ilgili bir soru sorun desek, nasıl bir soru sorardınız? - Yazmayı seviyorum da yazdıklarım üzerinden konuşmayı sevmiyorum şimdilik. Belki neden yazıyorsunuz diye bir soru olursa, Arkadaş Z. Özger'in bir dizesi vardır, "Hiç kimse bilmiyor içimin yangınını... " Benim içimin yangını da özgürlük, eşitlik, kardeşlik özlemi. Özgür, eşit ve kardeş dünyanın ne denli şenlikli, neşeli, üretken olacağına yönelik derin hasret. Ne dediniz? Güven Tunç’a son romanı Ay Dilbere üzerine hiç soru sormadık mı? Önce romanı hepberaber bir okuyalım da roman üzerine sorularımızı da daha sonra hazırlar ve birlikte sorarız, olur mu? *